Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

“Cumhurbaşkanı, toplumun büyük bir kesiminin kabul edeceği temiz, dürüst, dünyayı, dengeleri iyi bilen, yurttaşına sempati gösteren, herkesi kucaklayan, ülkeyi yönetecek, kurumlar arasında diyaloğu sağlayacak, 76 milyon yurttaştan herkesin ‘bu benim Cumhurbaşkanım’ diyebileceği, ülkeyi hem içeride hem dışarıda temsil edebilecek birisi olmalı.”

Sayın Kılıçdaroğlu, CHP’nin gönlündeki ideal devlet başkanının en azından bu nitelikleri haiz biri olması gerektiğini düşünüyor. Normaldir, her kız babası da, müstakbel damadı hakkında buna benzer beklentiler içindedir az çok...


MHP lideri Sayın Bahçeli 3 M, 1L, 1D formülünü savunuyor, yani Milliyetçi, Muhafazakâr ve Mânevi değerleri taşıyacak, üstüne Laik ve Demokratik olacak, ayrıca Cumhuriyet’in değerlerini de sindirmiş olacak.

Kendi adıma milliyetçilik şartını anlayabiliyorum da, muhafazakârlıkla mânevî değerleri taşımak şartının arasındaki nüansları ayırdedebilme gücüne sahip olmadığımı itiraf ederim.

Bana nedense her ikisi de aynı şeymiş gibi görünmüştür hep!

Her neyse; eskiler, “Maksud bir amma rivayet muhtelif” demişler. Oysaki Anayasa’ya göre cumhurbaşkanı seçilecek kişinin nitelikleri açık:

40 yaşını doldurmuş olacak; ikincisi yüksek tahsil! 101. maddede yükseköğrenim yapmaktan bahsediliyor. Bana göre bu ifade müphem; lisenin üstüne okunacak iki yıllık ön lisans veya vaktiyle 3 yıllık özel akademilere girip birkaç yıl sonra kendini 4 yıllık lisans mezunu bulanların durumu net değil. Ayrıca yükseköğretimin “illâki lâzım” diye dayatılması pek demokratik görünmüyor. Biraz eskimiş ve 20. yüzyıla has bir değer gibi görünüyor bana.

Küçücük bir şart daha var ama: TBMM üyesi seçilme yeterliğine sahip olması da gerekiyor. Nedir onlar? Haydii 76. maddeye geçiyoruz: Bir kere 25 yaş barajı var; ikincisi en az ilkokul mezunu olmayanlar (Bu ibareden ne denilmek istenildiğini anlayabilmem için sakin kafayla birkaç defa dikkatlice okumam gerekti; kanun metnini yazan kişiler hakkında hiçbir ön şart yok mu yahu?), kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile…

Vekil olamazlar, yani cumhurbaşkanı da olamazlar. Eyvah eyvah… Fena, çok fenâ!


Anayasa hukuku dersini bırakalım bir tarafa, Sayın Kılıçdaroğlu’nun şartlarına aynen katılıyorum ama başka nitelikler de aranması gerektiğini düşünüyorum. Madem muhalefet liderleri Anayasa’da yazılı olmayan daha özel nitelikler arıyorlar, ben de karınca kararınca ideal devlet başkanı adayımın taşıması gereken vasıfları sıralamak isterim.

“Erkekse yakışıklı, hanımsa güzel olsun” şartını koşmak aşırı estetikçi bir yaklaşım olur (fakat insanların çoğu böyle vasıfları pek önemserler!); bu durumda “ruh güzelliği”ni öne çıkarmak gerekiyor; iyi de ruh güzelliğini nasıl ölçeceğiz, var mı böyle bir miyâr? Yok, öyleyse güzellik faslını geçeceğiz mecburen.

Boy, pos, endam insanlar arasında itibar gören şeylerdendir fakat neticede atletizm takımına yüksek atlamacı, güreş milli takımına pehlivan aramıyoruz. Geçiyoruz, ama en azından lisan şartı olsun aramayacak mıyız?

Anayasa aramamış, biz niye arayalım?


Aranacak vasıflar deyince aklıma nedense, İslâm’da müçtehid olabilmenin kayıt ve şartları listesi geldi. Kimler tarafından tesbit edildiğini bilmemekle beraber, bir internet sitesinde bulduğum müçtehidlik şartlarını bilginize sunmak isterim (Kaldı ki, bu hususta da rivayet tek ve kesin değil, bilginiz olsun).

“Evvelâ Arabî yüksek ilimleri eksiksiz hâkimiyetle birlikte, Kur’an-ı Kerim’in hepsi ezberinde olmak; sâniyen, âyetlerin kasdettiği, işaret ettiği, zımnen imâ ettiği ve nihayet gerektirdiği mânâyı bilmesi gerekir.”

Bu kadarcık mı, hayır gerisi var:

“Ayrıca âyetlerin indiği zamanları ve sebepleri ve ne hakkında geldiklerini, nâsih mi, mensûh mu olduklarını ve bunlar gibi diğer yönlerini bilmek gerekir. Ayrıca, Kütüb-i Sitte ve diğer hadis kitaplarında bulunan hadis-i şeriflerin hepsini ezberden bilmek ve her hadisin ne zaman ve ne için söylendiğini ve şümûl derecesini, hangi hadisin diğerinden evvel veya sonra olduğunu, âit oldukları cihetleri, hangi vak’a ve hâdise üzerine söylendiklerini ve kimler tarafından nakil ve rivayet edildiklerini ve bunların her birinin hâl tercümelerini bilmek gerekir.”

“Bende bu kadar ilim ve marifet olsa daha ne isterim” diye imrenmeyelim. Son sırada öyle bir şart var ki...

“Fıkıh ilminin usûl ve kâidelerine vâkıf olmak, oniki ilmi, âyetlerin ve hadislerin rümûz ve işaretlerini ve mânevi tefsîrlerini anlayıp kavrayabilecek ayrı bir irfâna, imân nuru ve itmi’nân ile dolu münevver bir kalb ve vicdâna sahip bulunmak lâzımdır.”

Sonuncusu hariç, diğer şartları azim ve cehd ederek yerine getirmek belki mümkün lakin sonuncu şart için ilim ve gayret yetmiyor, “daha fazlası” lâzım. N’aapacağız? Böyle birileri var mı, yaşıyor mu gerçekten? Neyse ki bu metinde söz konusu müşkülün cevabı verilmiş; deniliyor ki: Evet, vaktiyle Sahâbe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin devrinde var idi lakin sonraki zamanlarda fikirler bozuldu, bidatler türedi, ilme rağbet azaldı; hicri 4. asırdan sonra bu sıfatları haiz bir âlim kalmadı.

Nokta!

İddialı bir hüküm değil mi? “Peki öyle bir âlim kalmadığını nerden biliyoruz?” sualine verilen cevaba dikkat çekerim. “Öyle bir âlim kalmadı çünkü bunda âlimler ittifak etmişlerdir.”

“Nasıl yani?” diye düşünebilirsiniz; benden bu kadar.


Görüldüğü gibi sadece laik bir devlete temsili bir başkan seçmek durumunda kaldığımız için şanslıyız ve müçtehidlik şartlarında olduğu gibi ince eleyip sık dokumamamız gerekmiyor. Özellikle uzaklardan bakıp gözümüzde büyüttüğümüz Federal Almanya Cumhurbaşkanı aleyhine mümtaz matbuatımızın daha da mümtaz kalemlerince sarfedilen aşağılama sıfatlarını okuyup kulaklarımıza kadar kızardıktan sonra neticede bir Süperman seçmek zorunda olmadığımızı daha iyi kavrıyor ve şükrediyoruz..

Benim artık şartım-şurtum yoktur.

Yakışıklı, dünya dillerini bilen, ekonomiden anlayan, sportif, IQ derecesi vasatın üstünde, cerbezeli, tatlı dilli olması gerekmez.

Hukuka saygılı olması ve bunun gereğini yerine getirmesi kâfidir.