Özal'dan Sabancı'ya; Fatihalarla yaşamak!

"Sabancı"nın ölümüne duyulan üzüntü, "zenginin malı züğürdün çenesini yorar" cinsinden bir ilgi gösterisi değildi; samimiydi ve gerçek bir teessürü aksettiriyordu. Üretken, neş"eli, toplumuyla ve toplumsal değerleriyle iç içe hali ve samimiyetiyle Sakıp Sabancı hayırla yâdedilmeyi haketmiş bir insandı; çizdiği üslûbun devam ettirilmesi, hâtırasına saygının gereğidir."

Daha henüz hastanede yatarken Başbakan"ın Sakıp Sabancı"yı ziyaret ettiği haberini duyunca bazı şeylerin yolunda gitmediği sezilmişti. Daha o andan itibaren Sakıp Sabancı"nın sağlık durumu, kamuoyunun dikkat ve üzüntü ile izlediği bir mesele haline geldi; bu alâka, "zenginin malı züğürdün çenesini yorar" cinsinden bir takip değildi, bilakis insanlar sevdikleri için Sabancı"nın sağlığı ile ilgilendiler; rahmetli olduğunda ise hakikaten üzüldüler. Bu ölümde Mehmet Akif Ersoy"un bir fotoğrafı arkasına yazdığı mısralardaki anlam gizliydi sanki,

"Öyle bir ömr geçir ki olsun / Mevtin sana hande, halka mâtem."

Sakıp Sabancı"nın ölümü, sadece halkta değil, devlet katlarında da ciddi bir teessür uyandırdı ve cenazesi için "devlet töreni" tertib edildi. Bu uygulamaya, hükümetin her kararında nizâ çıkaracak bir ipucu arayan çevrelerin bile itiraz etmemesi ilginçti. Balkonlardan, pencerelerden cenaze alayını nemli gözlerle izleyen sıradan insanların üzüntüsünü, bütün kurumlarını temsilen "devlet erkânı" da paylaştı; bu mâtem devletle milletin aynı hissiyatta birleştiği ender temas noktalarından birisi oldu.

İvazsız, karşılıksız sevginin ödülü

Sakıp Sabancı zengin bir adamdı; hayat tarzı itibariyle zenginliğinin alâmetlerini sergilemekten kaçınan bir insan da değildi; belli ki babadan zengin olmanın avantajıyla zenginliği hazmedebilmiş ve aşmış bir gönül barışıklığına erişmişti. Bizde toplum zenginlere saygı duyar, hatırlarını saymakta kusur göstermez ama sevmek başka bir şeydir. Nitekim Sakıp Sabancı"yı Türkiye"nin zenginleri sıralamasında geride bırakan başka isimler de vardır ama hiçbirinin Sabancı kadar ivazsız sevgi celbedemediği de bir başka gerçektir. Halkla ilişkiler sanatının yardımıyla (PR) halk nezdinde saygı ve itibar uyandırmak mümkün; sevgi ise bir "Hüdâ-yı nâbit" gibi tabii ve kendiliğinden gelişen bir duygu.

Sakıp Sabancı sadece mahalli şive konuşmakla yetinmedi; halkın anlayabileceği dille konuştu. İşadamlarının bir noktadan sonra kaçınamadıkları ilgi alanını teşkil eden siyasetten o da uzak kalamadı ama eni sonu birkaç yüz vergi mükellefinden ibaret işadamları oligarşisinin taleplerini seslendiren bir sözcü gibi görünmek hatasına kapılmadı; siyasi tavırlarındaki samimiyetinin bedelini ise kardeşini teröre kurban vererek ödedi. Mâli anlamda toplumun krema tabakasına mensup olmasına rağmen elitist, hatta aristokrat tavırlardan uzak kaldı ve nihayet hayır faaliyetlerinde daima en önde yürüdü. Bunlar, "halk beni sevsin" diye planlanıp yapılan işler değildir; bana göre hayat tarzı itibariyle Sabancıların toplum ortalamasına zihnen ve mânen yakınlıklarından kaynaklanan tezahürlerdir.

Toplum, bu mesajları gayet iyi alıyor, anlıyor, okuyor ve değerlendiriyor; televizyonu başında gözleri nemlenen yüzbinlerce insanın kederinde yapmacık yoktur; onlar ki Sakıp Sabancı"yı ömürlerinde bir kere bile görmüş, hayır faaliyetlerinden istifade etmiş değillerdi.

Bir katalog hatırası

Sakıp Sabancı hakkındaki ilk samimi ve sıcak kanaatimin nasıl oluştuğunu sizlerle paylaşmak isterim: Seksenli yılların başlarında Sakıp Sabancı"nın "hüsn-i hat" meraklısı olduğunu duymuş, müzayedelere katıldığını, klasik değer taşıyan levhaları paraya acımayıp satın aldığını öğrenmiştim. Hüsn-i hat sanatına büyük alâka duyduğum için Sabancı"nın bu şaşırtıcı merakı beni şaşırtmış ve etkilemişti; belki de satın aldığı levhalarda neyin yazılı olduğunu bile bilmiyor, bu vadide iyiyi-kötüden ayıracak önbilgiye de sahip bulunmuyordu ama neticede Türkiye"nin en zengin özel hat koleksiyonunun sahibiydi. O günlerde koleksiyonun kataloğunu yayınlattığını okuyunca şirketine bir mektup yazarak kataloğun ücreti mukabilinde adresime yollanmasını istemiştim. Açık söylemek gerekirse, kataloğun bana bedava gönderileceğini ve içine de, "ne demek efendim para-pul; hediyemiz olsun" mealinde kibar bir mektup iliştirileceğini ummuştum. Umduğum gibi çıkmadı, kataloğ geldi ve ben o tarihte hayli tuzlu bir meblağı PTT gişesine yatırmak zorunda kaldım. Hayır! İçimden, "adamın nekesliğine bak, dağ gibi parası var; yine de özel koleksiyonunun kataloğunu parayla sattırıyor" demedim, tam aksine hoşuma gitti. "Helâl olsun; işle aşk böyle ayrılır işte" diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Benim için Sakıp Sabancı, biraz da o katalogdur işte.

İki sene önce o koleksiyonun bir kısmını İstanbul"da YKY sergi salonunda dünya gözüyle doya doya seyrettim; galiba açılış günüydü ki Sakıp Sabancı da oradaydı. İlk ve son defa orada, uzaktan gördüm.

Sivil cumhurbaşkanı-sivil işadamı

Sabancı"nın cenazesi bana Özal"ı hatırlattı. Özal"ın cenazesinin kaldırıldığı gün, Türkiye"de toplum-devlet ilişkilerinin en sıcak günüydü bana göre; insanlar sanki devlet başkanları değil de çok yakın birilerini, amcalarını, ağabeylerini, babalarını kaybetmiş gibi samimi bir keder içinde Kocatepe Camii"nin avlusunda buluşmuşlardı; o gün Ankara sokaklarında gezdirilen "Sivil Cumhurbaşkanı" pankartını hiç unutamam; çok şeyleri iki kelimede özetleyen bir ibâreydi o.

Hem sevgi gösterisi, hem mâtem, hem çok ince bir protestonun içi çe geçtiği müstesnâ günlerden biriydi. Kızılay"ın geniş caddelerinde devlet erkânının ağır adımlarla yürüdüğü cenazeye bando, ölüm marşıyla refakat ederken kaldırımda korteji seyreden insanlar tekbir getiriyorlardı. O anda, "Türkiye böyle bir ülke işte" diye düşündüğümü hatırlıyorum; "Caddeler laik devlet nizamına saygılı ama toplum, devletin nizamına saygısıyla birlikte dindar kimliğini vakarla taşıyor."

Sabancı"nın cenazesinde küçük kızının, etraftan yükselen tekbire iştirak ettiğine şahit olunca o sahneyi hatırladım birden.

Fatihalarla yaşamak

Turgut Özal"la Sakıp Sabancı"nın ölümleriyle topluma verdikleri mesajdaki paralelliklere dikkat etmek lazım; gönüllerde "hoş sadâ" bırakıp gitmenin reçetesi açıktır: Bu toplum, işini lâyıkıyla yapan ve kendi değerleriyle kavga etmeyen insanları asla unutmuyor ve hâtıralarını Fâtihalarla yaşatıyor. Her ikisine de rahmet, sevenlerine başsağlığı dilerim.


Kaynak (Arşiv)