Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Çeyrek yüzyıldan beri bitirilemeyen ve bizim öteden beri kabaca PKK'ya ihale ettiğimiz terör eylemlerini durduramamak, Danıştay'a saldırı olacağı gün her nedense bozuluveren güvenlik kameralarının başına gelen talihsizlikle aynı kategoride mütalaa edilebilir mi?

O kameralar ki, kurulduğu günden beri, dijital şahadette bulunması gereken en kritik anlarda "bozuluveriyor". En mütevazı kuyumcu dükkânında, hatta bakkallarda, büfelerde bile şakır şakır çalışan kayıt sisteminin tam da o esnada devredışı kalması nasıl izah edilir?

Başa dönelim; yıllardan beri gündemin ortasında durduğu halde cevabını bilemediğimiz, daha doğrusu usûlünce soramadığımız o can yakıcı soruya dönelim: PKK terörü veya güneydoğu kaynaklı terör niçin bitirilemiyor? Çeyrek asırdan beri emniyetimiz, askerimiz, istihbaratçılarımız terörü niçin durduramadı?

12 Eylül öncesindeki şahlanan ideolojik terörü bir düdük sesiyle durduran devlet, Güneydoğu'daki cinayetleri, saldırıları, faili meçhulleri ve terörü nasıl oldu da bir türlü engelleyemedi? Mamak zindanlarında "karıştır-barıştır" gibi dâhiyâne bir akılla iç huzuru ve kardeşliği inşâ eden askerî basiret, niçin korumakla mükellef olduğu toplumu ve devleti, silahlı terörden mâsun kılamadı?

"İç düşman konsepti"ne fazlaca yoğunlaşmaktan mıdır, nedir?

28 Şubat'ın kostümlü aktörleri bir üflemeyle ortalıktan kayboluverdiler. Ayakkabı boyasıyla siyaha boyanmış tahta tüfeklerle bir geceliğine kiralanmış düğün salonlarında hilâfet devleti kurmaya kalkışanlar ânında derdest ediliverdi halbuki...

Dört gün önce Mardin Kızıltepe'de Cumhuriyet Polis Merkezi'nin önündeki emniyet aracına yapılan saldırıda bir polisimiz şehit oldu. Ondan birkaç gün önce Samsun Ladik'te bir polis aracına uzun namlulu silahlarla pusu kurulup çapraz ateş açıldı, 2 polis şehidimiz var. Derken Giresun'un Dereli ilçesinden acı bir haber daha; ilçeyi Tamdere köyüne bağlayan Kanlıhan köprüsünde tam da bir askeri geçişi esnasında patlayan mayın bir astsubayın ölümüne sebep oldu. Giresun... Mayın... Neler oluyor demeyeceğiz; olup bitenler çok garip. Belki siz bu satırları okuduğunuzda bizim PKK diye bildiğimiz örgüt olayı üstlenmiş olacaktır.

PKK diye bir şey var mı gerçekten, artık şüpheliyim; örgütün bilinen şefi, on seneden beri Türkiye'nin en korunaklı hapishanesinde mahpus iken PKK logosunun marka değeri bir türlü azalmadı. Pek garip, çok tuhaf. Yap-bozun parçalarını birleştirince, sanki birilerinin PKK'nın borsa değerini düşürmemek için el altından manipülasyon çevirdiğini hisseder gibi oluyoruz. Bu markanın piyasa değerinden kim nemâlanıyor, artık bilelim... Giresun, Ladik, Reşadiye... Ondan daha önce Tokat'ın Karadeniz dağlarına yaslanan yamaçlarındaki ormanlık bölgede yıllardan beri kökü kurutulamayan taşeron terör örgütlerinin eylemleri...

Başka bir devletle harp etmiyoruz; niçin "şehit cenazeleri" diye bir kategori yerleşti sosyolojimize ve şehit cenazeleri niçin gündelik siyasetin aracı haline geldi? Yönetici ve problem çözücü aklın iflâsıyla yaşadığımız krizler arasındaki münasebeti ne zaman algılayacağız?

Bunlar anlık hadiseler değil ki, 25 yıldan beri devam ediyor; bu noktada yönetici devlet aklını sorgulamayacak mıyız? Terörle mücadele hemen bütün partiler sorumluluk üstlenerek kendilerince mücadele yürüttüler, sonuç alınamadı. Silahlı kuvvetler, devamlılık göstermesi gereken yerleşik stratejiler takip ederek ve devletin bütün imkânlarını seferber ederek meseleye eğildiler; nerede netice? Yönetici aklın "siyâsi" kanadına hesap sorabiliyoruz sandıkta, fakat askerî kanadın idâri basiretinden sual olunamıyor. Oysaki bir Milli Savunma Bakanlığımız bile var....