Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlginç bir ayrıntı: Maide Sûresi'nin 27 ilâ 31. âyetlerindeki kıssada Habil ile Kabil'in adı yok; bu isimler, büyük ihtimalle Tevrat geleneği aracılığı ile biliniyor. Kur'an'daki ifade şöyle: "Onlara Adem'in iki oğlunun haberini oku."

Niçin aklıma takıldı ki? Hazreti Adem'in iki oğlundan biri ötekini haset sebebiyle öldürmüştü. Haset ve katil; ruhumuzun uğultulu derinliklerinden yükselen vahşi davet işte bu ânın hâtırasını taşıyor. O andan itibaren şiddet, beşeri lisanın bir kelimesi olarak lugatimize girmiş. "Senin 7 askerini pusu kurup öldüreceğim" diye tasarlayan mel'un, aslında basit bir cümle kurmuş oluyor. İki günden beri yüzlerce adam, uzman, kişi bu cümleyi tefsir etmekle meşgul.

Nasıl kurtulacağız şiddetin dilini konuşmaktan? Bir binanın kullanılır hale gelmesi için onlarca kişinin yüzlerce saat emek vermesi gerekiyor; onlarca kişi yüzlerce saat çalışarak etraflı, anlamlı bir cümle kuruyorlar. Sonra birisi o binayı bir köşesinden kibritle tutuşturup yakıyor. Yapıcılara göre yakıcı-yıkıcıların emeği devede kulak mesâbesinde fakat onlar da yapıcıların kurduğu cümleye mânâ iriliği itibariyle denk bir cümle kurmuş oluyorlar, "Al bakalım, senin yaptığını yıktım işte; varla yok aynı mesâbededir işte..."

Müteakip cümleyi kurmak için kültür, ilim-irfan gerekmez, vahşetin uğultulu çağrısına kulak kesilmek kâfi; o cümleyi hepimiz kurabiliriz: "Sen benim yaptığımı yıkarsan, ben de seni..."

Bu hadisenin mânâsı ne? Reşadiye pususunda tetik çekenler, cinayeti duyunca hangi cümleyi kurmamızı hesap ettiler, tahmin etmek zor değil, "Alın başınıza çalın açılım siyâsetinizi, gördünüz işte, olmuyor, olmuyor, olmuyor" diye homurdanacakları hesap etmişler midir meselâ?

Milletçe komplo çözme, dudak okuma, niyet kestirme uzmanı kesildik; sağlık alâmeti değildir tabii. 1970'ten beri terörle yüz-göz olmuşuz da, "terörize olmamayı", yani şiddetin birkaç kelimelik kekeme lisanı karşısında paniğe kapılmamayı, sâkin düşünebilmeyi, öfkeden kaskatı kesilerek intikam hissine yoğunlaşmayı öğrenememişiz. Terörün birkaç kelimelik yıkık-dökük cümlesi, aslında bizi, gözüne projektör sıkılmış tavşan gibi mefluç hale getirmek için kuruluyor.

"Denedik, olmadı işte" diye mızıldanmaya başladılar, "Hadi artık, bölünmeyi de konuşalım" diyor projektör tavşanları; korkularını ter kokusu gibi sirâyet ettiriyorlar ortalığa. Tam da tetikçilerin dilediği, tahmin ettiği gibi konuşuyor olmasınlar sakın? Böylelerini görünce, katil takımın şiddet diliyle kurduğu iki kelimelik basit ama etkili cümlenin ferâsetine insanın daha çok saygı duyası geliyor, çünkü o basit cümlenin içine paniğe uğramışlardan daha çok akıl yoğunlaştırmayı biliyor katiller. Onlar bir ok atıyor, projektör tavşanları o oku kebap yapıyor; katiller bir ok daha atıyor, bizimkiler onu hemen zerdeli pilava tahvil ediyorlar...

Zor zamanlar geçiriyoruz; canımız acıyor ama dayanmak lâzım. Paniğe kapılır, birbirimizi suçlamaya başlar, kararsızlığa düşer, öfkeden kaskatı kesilirsek, askerlerimizin aşağılık katillerini memnun etmiş oluruz.

Kâğıt üstünde okuyana hakaret ediyormuş gibi görünüyor ama hakikaten sabırlı ve sakin olmak gereken bir berzahın tam ortasındayız. Sinirlerimizi denetleyebilirsek mutlaka galebe edeceğiz.