Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bugün bayramın biri ama, zihnimin bir yerlerine hâlâ ebedî Ramazan'ın biriymiş gibi bir not iliştirilmiş sanki. Onbir ayın sultanı Ramazan değilmiş de, geride kalan onbir ay Ramazan'ın sultanı imiş gibi bir algı!

Sahi, mankenler niçin Kadir gecesi o tekke senin, bu cami benim diye dolaşıp duruyor hiç düşündünüz mü; herkesten akıllılar da ondan! Bir sene boyunca yağlı kebab yiyorsun farzımuhal; sonra o gece geliyor ve bütün kolesterolleri sıfıra müncer kılıyorsun. Kim yemez öyle kebabı? Nasıl olsa her sene, defteri tertemiz edecek bir resetleme gecesi geliyor. Zâhir ondandır, elâlem Mevlâna'yı, Yunus Emre'yi okurken "iç şarâbı, ye kebâbı" meâline mâsadak liberal nasihatlar bulurken ben ne zaman hazerâtın âsârından tefe'ül etsem, vinç kuvvetiyle beli bükülmez kavî şer'i hükümlere tosluyorum? Sahi, "benim kalbim temiz" deyip zekât vermesek nasıl olur meselâ; gönlüm zengin sadaka vermeyim; içim temiz namaz borcundan düşeyim, yetmişiki millete aynı nazarla baktığım için oruç borcum da sâkıt olsun... Hani elinden gelse, "neme gerek Müslümanlık, ben hepten kalbi temiz biriyim, dinlerüstüyüm, insanlığın ruhu bende tecessüm ediyor" filan denilecek. Demek ki yobazlık hakikaten var ve tam da böyle bir şey (kimse üstüne alınmasın, kendimden söz ediyorum burada). Efendim, yaz Ramazanlarından birinde iki amele göle giriyorlar serinlemek için; biri suya her dalıştan sonra "ooh" çekiyor" öteki ise oh demek bir yana daha bir hararetlenmekte. "Yav" diyor, "sen nasıl dalıyorsun ki, oh deyip ferahlamaktasın da benim alevim kulaklarımdan çıkmakta?" Cevap güzel; "sen dummasını bilmiyorsun oğluu" diyor beriki; "suyun içinde ağzını açık tutacaksın!"

Fıkranın zamanı değil, sadede dönelim; bir ay boyunca din'e dair hemen her şeyi görünür (paketlenir, pazarlanır, etiketlenir, alınır, satılır) hale getirmek için yırtındıktan sonra geride kalan onbir sıradan ay, hepimize ilâç gibi gelecek vallahi. Ramazan bu hâli ile bir ay daha devam etse muhtemelen ne olurdu? Bana kalsa mürtedlik vak'aları artar gibime geliyor zira bir kısım medya, Ramazan ayının özel bir pazarlama süreci olduğunu farkedeli beri işin suyu çıktı, tadı kaçtı. Bence misyonerler cepheden İslâm'ı yereceklerine birer televizyon peydahlayıp Ramazan'da program yapmalılar; netice kesin, herkesi temin ederim.

İlahiyatçı televizyon starlarının onbir ay boyunca etkisiz ve kameralardan uzak bir ortamda kürsülerine dönmeleri, onbir ayın en manidar faziletlerinden biri değil mi; son derece açık ve berrak. Onbir ay, Ramazan'ın sultanı!

Mübarek onbir aylar esprisi daha önce kerrât ile yapılmıştı lâkin kimse, bu nükte hakkında bu derece ciddi bir esbâb-ı mucibe lâyihası kaleme almamıştı; bundan eminim. Bayramın kuşluk vaktinde, ilk kahvaltıdan sonra bu satırları okurken, "keh keh, yine yazarımızın tansiyon şekeri düşmüş, neler de aklına geliyor bu adamın" diye gülümsemeniz için yazmıyorum; son derece ciddiyim. Ramazan, sair onbir ayın kadr ü kıymetini bilelim diye üzerimize farz kılınmış bir aydır ve geçen bir ay zarfında kendini zorlayıp melâikeler gibi güzel huylu davranan kardeşlerimize kötü haberim şudur: Mademki bir ay melaike gibi davranabiliyorsunuz, o halde bütün sene aynı rolü oynayabilirsiniz demektir bu. No escape! Ramazan, filmin fragmanı gibi bir şey; bugün reklâmlar bitti ve filim başlıyor; filim yani hayat.

Yemin ederim ki daha eğlenceli şeyler yazmayı planlamıştım; meselâ camilere bayrak asalım diye tutturan tuhaf bir yazarla, onu ciddiye alan bir Diyanet İşleri başkanına hayalî düet yaptıracaktım, arada kaynadı; sonra bugünlerde lâfı evirip çevirip, "Nobel aldık, niçin sevinmiyorsunuz ulan?" diye milleti iz'âç eden müz'iç yazarlara bulaşacaktım yer kalmadı. En iyisi kestirmeden bayramınızı tebrik edip bir kere daha hatırlatayım:

Çok müteessirim arkadaşlar, fakat Ramazan az önce bitti; şimdi hayat başlıyor!