Sade vatandaş gözüyle Kıbrıs

Yazarlık hayatım bir bakıma Kıbrıs'la başladı; 1974 Harekâtına denk gelen günlerde mahalli gazeteye yazdığım ilk köşe yazısı, o günün mânâ ve ehemmiyetine pek uygun gelen "Hain papaz Makarios, alçak EOKA çetecileri" temalarını işliyordu. Aradan 31 sene geçtikten sonra Kıbrıs'ı ilk defa geçen hafta görebildim ve intibalarımı şimdi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kıbrıs gerçeği, VIP statüsüne girmeyen sıradan Türkler için Mersin'in Taşucu limanından başlıyor. Deniz otobüsüne binmek için çıkış işlemlerinin yapıldığı peron kapısındaki karmaşık sıra, insandan çok bagaj kalabalığı ile dikkati çekiyor. İkibuçuk saatlik deniz yolculuğundan sonra Girne limanında pasaport ve kimlik denetiminin yapıldığı köhne salon, Kıbrıs'taki kamu düzeni hakkında ilk intibayı teşkil etmesi bakımından önemli; daha ziyade kasabalardaki otobüs terminallerinin kağşaklığını hatırlatan bu salondan kurtulduktan sonra adada trafiğin, hâlâ soldan işlediğini görüp şaşırıyorsunuz. Ayrıntıların düzenlenmesi bakımından Girne, Türk tipi lâkaydinin burada da sürdüğünü hatırlatıyor. Bakmaya kıyılmayacak kadar itinalı villaların ve mislini ancak dergilerde görebileceğiniz lüks otomobillerin hemen yanıbaşında çöp yığınlarını, inşaat atıklarını görmek, vâriyet sahibi olmakla çevreyi güzelleştirme şuurunun birbirinden farklı olgular olduğunu işaretliyor. Girne, Kuzey Kıbrıs'taki Türk bölgesinin tek taş yüzüğü mevkiinde bir tatil ve eğlence merkezi; özellikle adım başında rastlanan kumarhane, otel ve eğlence yerlerinin yoğunluğu, Girne'ye mühim miktarda para aktığını gösteriyor; buna rağmen bir beldeyi şehir kılan 'ayrıntı yönetimi'nin ihmâl edilmiş olduğunu görmek insanda hayal kırıklığı uyandırıyor.

Türk Bölgesinde adam başına neredeyse üç otomobilin düştüğü söyleniyor; görünüşe göre bu istatistik doğru çünkü bu şirin beldenin trafiği ve park yeri ihtiyacı nerdeyse tıkanma noktasına gelmiş. Akaryakıt fiyatlarının ve taşıt alım vergilerinin düşük tutulması yüzünden Kıbrıs'ta her yaşta ve markada otomobile rastlanabiliyor.

Görünür yerlerde üniformalı görevlilerle karşılaşmaya alışkın olanlar Kıbrıs'ta şaşkınlığa uğrayabilirler; dört günlük ziyaretim esnasında pek az polis ve zabıta görevlisi gördüm. O araba kalabalığına rağmen trafiğin tabii ve kabullenilmiş bir ahenk içinde akıp gitmesi de çok ilginçti.

Kıbrıs'ta minyatür bir devlet var ve bu devlet, İngiliz yönetiminde geçen bir asırdan tevarüs etmiş alışkanlıklarla, Türkiye'nin kamu planında yaptığı maddi ve mânevi katkıları henüz sentez haline getirememiş durumda. Adalı Türkleri en çok düşündüren mesele de bu işte: Türkiye'nin devlet geleneği adadan çekildiğinde neler olur?

Adalı Türkler derken bir parantez açmak gerekiyor; Kıbrıs Türkleri'ni kabaca iki kısımda tasnif etmek mümkün: Harekâtı gören ve yaşayan yaşlı kuşakla genç kuşak arasında siyasi kanaatler bakımından mühim fark var. Yaşlılar,Türkiye'nin ilgi alanından çıkmış bir Kıbrıs düşüncesinden çok rahatsız oluyorlar; gençler ise moda tâbirle siyasi meselelere daha liberal, daha ferah bakıyorlar. Adayı ikiye bölen fiili durumun tarihi sebepleri konusunda pek zihni emek sarfetmedikleri kanaatine kapıldım; buna kısaca "milli aidiyetler" konusunda ilgisizlik demek de mümkün. Yaşlılar ise son yıllarda iki bölge arasında serbest geçişlerle başlayan süreçten rahatsızlık duyuyorlar. Yaşlı bir hanım, Güneyli Rumların kapıyı bile çalmadan evine girip sağı solu kolaçan ettiklerini ve 74'den önceki gayrımenkullerinin izini sürdüklerini anlatırken son derece öfkeliydi. Bu kaba tasnifi politik çerçevede Annan planına evet diyenlerle reddedenler şeklinde de özetleyebiliriz; yaşlılar red oyu kullanmış, gençler ise kabul.

Adada emlâkçilik en gözde sektör gibi görünüyor. Gazetedeki emlâk ilanlarında "Türk malı" ibaresi gözüme çarptı. Bu ibare, sözkonusu gayrımenkulun 74'ten önce bir Türk'e ait tapulu mal olduğunu ifade ediyormuş. Rumlara ait iken Türklerin tasarrufuna verilen taşınmazlar ise, Louizidiu davasından sonra emlâk piyasasında değer itibariyle hayli gerilemiş. Bu belirsizlik hali adalı Türkleri gerginleştiriyor çünkü bu mesele şahsi menfaatlerden başlayarak milli menfaatlere kadar uzanan ve halli hâlâ muğlak bir problem.

Dini eğilimleri ölçen bir anket yapılmış olsa, zannımca dine karşı lâkayd olanların sayısı ağır basardı; bu konuda kesin konuşmak mümkün değil ama cuma namazında Lefkoşe'nin "cami-i kebîr" mevkiindeki en büyük ve tarihi camiinde (Selimiye Camii) cemaatin ancak beşte bir nisbetinde mekânı doldurabildiğini görmek, -güvenilir olmasa da- bir fikir veriyor. Türkiye ile en yakın temas içinde olan Girne'de namaz vakitlerinde ezan sesi duymak hiç de kolay değil. Görebildiğim mâbedler temiz, bakımlı ama tenha idi. Eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, harekâttan sonra dini ve milli konularda verilmesi gereken eğitimde ihmâlkâr davrandıklarını açıklamıştı; bu hükmün doğruluğu kolayca farkedilebiliyor.

Dinle devlet işlerini birbirinden ayırmak mümkün ama Türkler için dinî olanla millî olanı ayırmak imkânsız. Kıbrıs'ta dini kültürle beslenmeyen bir millîliğin pek de hayırhah sonuçlar vermediğini gördüm. Yaşlılar, gençleri lüzumundan fazla liberal, "barışçı" ve Kıbrıs'ta nasıl olursa olsun siyasi çözümden yana olmaktan ötürü itham ederken aslında bir yerde kendi kusurlarını da itiraf etmiş oluyorlar; gençler, siyasi barışa kavuşmuş ve birleşmiş bir Kıbrıs'ta daha mutlu, müreffeh ve dünyaya açılmış şekilde yaşayabileceklerini sanıyorlar; yaşlılar ise Rumları vaktiyle "doğrudan" tanımış olmanın verdiği şüphe ile gençleri ikaz etmek isteseler de inandırıcı olamıyorlar. Bu iki görüş farkının bir kuşak sonra tamamen kapanacağını hesab edince insan üzülmeden edemiyor; görünen o ki, bir nesil sonra Kıbrıs Türklüğü, adadaki Türk askeri varlığını "işgalci" gibi gören azınlığın reyini tamamen sahiplenebilir.

Adanın her yerinde Türk askerinin gözden uzak ama tesiri hissedilir varlığı hissediliyor; Kıbrıs'ta kaldığım dört gün içinde bu olgu beni çok rahatlattı ve fikren şu noktaya getirdi: Adadan Türk askerinin çekilmesi asla doğru değildir ve Kıbrıs'ta toprak terkederek barışa vâsıl olmak fikri kesinlikle yanlıştır; tabii ki Kıbrıs'ta Türk varlığının devamı gibi bir niyete saygı duyuluyorsa!


Kaynak (Arşiv)