Safranbolu hoş lâkin Yörük köyü fevkalâde!

Yörük köyü Safranbolu'ya beş-altı kilometre; ama ne köy! Yörük köyünü gezip gördükten sonra anlıyorsunuz ki Safranbolu, görülmesi gereken hakiki güzelliğin alçı mankenlerle süslenmiş vitrini gibidir. Safranbolu mumya ise, Yörük köyü bütün diriliği ile alımlı bir güzel, çünkü yaşıyor.

Safranbolu'yu ilk önce gıyabında tanıdım, gıyabında sevdim; sevmemek mümkün değildi bir kere; o, Türk rûhunun kılıfı gibi bir şeydi. Onu Reha Günay'ın 1981'de yayınladığı "Geleneksel Safranbolu Evleri ve Oluşumu" isimli bol fotoğraflı kitapla farkettim (Kültür Bakanlığı yayını). O günden beri bu kitap, muntazam olmayan aralıklarla ziyaret ettiğim, gözümü ve gönlümü yıkayıp durulttuğum, etrafımdaki beton basıncından beyaz badanalı ahşap evlerinin âsûdeliğine sığındığım bir memleket gibi oldu. Belki biraz abartma sayacaksınız ama Musevilerin Tevrat'ı vatan addetmeleri ve hep yanlarında taşımaları gibi o kitap da bu mânâda vatan gibi bir şey oldu; memleket mânâsında vatan değil, medeniyetimizin elle tutulur bir vizyonunu teşkil etmesi mânâsında vatan.

Bunca yıl dünya gözüyle görmeyi murad edindiğim Safranbolu'ya iki sene önce yaz tatilinde bir hayli yaklaşabilmiştik. İki can dostumla birlikte en az beş günlük bir gezi programı tertib ettik. Önce Sinop'a uzanacak, iki gün kaldıktan ve mümkün mertebe sahil yolunu takib ederek, meselâ Amasra gibi çevrede görülmeye değer yerleri ziyaret ettikten sonra Safranbolu'da konaklayacak, doya doya gezecektik. Ne var ki nasib olmadı; bir arkadaşımız Sinop'un en eski camiinde şükrancalık namazı esnasında bel kilitlenmesine uğrayınca apar topar yarıda kesip memlekete dönmek zorunda kalmıştık.

Nasibi bu seneye imiş.

Safranbolu, Karabük'e kenar mahallesi denecek kadar yakın, sel oyuntusu gibi çevrenin topografyasından alçakta küçücük bir şehir. Etrafında dikili tek ağaç yok dense yeridir; öyle kıraç ve sıradan. İlk intibâım şu: Bir yeri güzelleştirmek için çevredeki tabiatın katkıda bulunmasını beklemek şart değil; emek ve aşk bir araya gelince sahte yeryüzü cennetleri kurmak pekâlâ mümkün.

Sonra ikinci kattan zemine iner gibi asfalt yoldan Safranbolu'nun kalbine iniyoruz. Kitapta gördüğüm resimleri, evleri, sokakları birer birer hatırlıyorum. Minicik bir meydanında biraz soluklandıktan sonra çarşıya dalıyoruz. Çarşı değil film platosu. Asma dallarıyla gölgelenmiş birbirinden şirin dükkânlar, çevresine huzuru damıtan câmi avluları, güleryüzlü esnaflar, minik çay evleri, çeşmeler, sebiller, taş döşeli eski sokaklar. Bu çarşının bir köşesine iskemle atıp yazar, şair, sinemacı olmak öyle kolay görünüyor ki.

Kaymakam'ın Evi diye bilinen bir mekânın ziyaretçilere açık olduğunu öğrenince evi tepeden tırnağa geziyoruz. Ev güzel ama bir mumya gibi. Yere serilen kilimlerden raflara konulan lambalara, yastıklara, perdelere kadar her şey "ben turizme hizmet ediyorum" diye gösteriş endişesinde. Belki yabancı turistler için kaçınılmaz figürler bunlar ama mekânın her yerine serpiştirilmiş alçı manken kalabalığı bana sevimsiz göründü.

Yeniden çarşı kalabalığına karışmışken esnaftan biri tanıdık çıkıyor. Küçücük arasta dükkânında çevre bağların mahsulü dumanlı kara üzüm atıştırırken öğreniyoruz ki Safranbolu'nun siz bilemediniz 5 aylık bir saltanatı vardır ve okullar açılınca çarşının nerdeyse beşte dördü sönüvermekte, ziyaretçilerin ayağı kesilmektedir. Ve bir dost tavsiyesi fısıldıyor kulağımıza, "Yörük köyüne uğramadan gitmeyin."

Yörük köyü Safranbolu'ya beş—altı kilometre; ama ne köy!

Yörük köyünü gezip gördükten sonra anlıyorsunuz ki Safranbolu, görülmesi gereken hakiki güzelliğin alçı mankenlerle süslenmiş vitrini gibidir. Safranbolu mumya ise, Yörük köyü bütün diriliği ile alımlı bir güzel, çünkü yaşıyor.

Bu "dirilik" konusunu açıklamak gerek: Yörük köyü Safranbolu'nun aksine pek az tamir ve restorasyon görmüş ama buna rağmen kendi tabiiliği içinde fevkalade güzel. Safranbolu'yu Yörük köyüne göre sönükleştiren ise, ne kadar uzman kişilerin denetimi altında yürütülmüş olsa bile restorasyon ve onarım gayretlerinin binalarda bıraktığı ter kokusu, sun'ilik havası. Safranbolu bir film platosuna benziyor, Yörük köyü hayatın ve sahiciliğin ta kendisi.

Köy dedik ama Yörük köyü bildiğimiz köylerden değil; sanki geçmiş asır zâdegânlarının ahir ömürlerini geçirmek için paraya kıyıp bir arada oturmak için yaptırdıkları bir geçmiş zaman sitesini andırıyor. Bakımsızlıktan, pislikten uzakta geçmiş asırlarda kendi ellerimizle inşa edip biçimlendirdiğimiz bir medeniyet hikâyesinin mekânlara aksetmiş hâli. "Türk ruhunun kılıfı" teşbihini Yörük köyü daha çok hak ediyor.

Gün batarken giderayak sevimli bir ev sahibesi ile tanışıyoruz; yaşı yirmi sularında son derece selis ve temiz Türkçe konuşan bu hanım, büyük dedesinin saray hafızlarından olduğunu, halen oturdukları evi onun bıraktığı gibi muhafaza ettiklerini, dedesinin sarayda (Yıldız Sarayı) gördüğü ve gücünün yettiği her güzelliği (porselen kapı kilidi aynaları gibi) kendi evine de koydurduğunu, istersek gezebileceğimizi söylüyor. O zaman köyün yakın tarihi hakkında ilginç ipuçları yakalayabileceğimizi hissediyoruz ama vakit geç. Karabük'e dönme zamanı...

"Türkler şehir kuramaz, ancak zapteder ve yağmaladıktan sonra canına okur" diyenlere cevap yetiştirmek gibi bir derdimiz yok; böyleleri Yörük köyünü görmeseler de olur ama atalarımızın mekân ve anlayışını gözüyle görüp anlamının derinliği hakkında düşünmeğe gönüllü olanların yolu mutlaka buralardan geçmeli.

Aklınızda bulunsun:

Görme özürlü kitapseverler için Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği mensupları "Oku 4.0" adıyla çok güzel bir yazılım üretmişler. Sadece görme özürlüler için değil, ekrandan metin okumanın belirli bir saatten sonra göze verdiği zarardan kurtulmak veya gecenin elverişli bir saatinde ışıkları kapatıp bilgisayara komuta vererek "kitap dinlemek" isteyenler için de fevkalade bir program. Doğrusunu isterseniz Mac sürümü henüz yapılmadığı için programı bizzat tecrübe edemedim ama yakın dostlarımdan biri çok istifade ettiğini söylediği için kaydediyorum.

Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümü mensuplarını bu hayırhah hizmetleri için samimiyetle tebrik ederim.

Etraflı bilgi edinmek isteyenler http://www.bthaber.com.tr/kampus/goruntule.phtml?sayfa_id=29 adresini tıklayabilirler ve bilgisayarlarına yükleyebilirler. Program tamamen ücretsiz. Bilginiz olsun.


Kaynak (Arşiv)