Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Aubrey Herbert, Ermeni meselesi konusunda bana göre tek kelimeyle "kral çıplak" diyor. Ne var ki siyaset dün olduğu gibi bugünün dünyasında da gerçekleri esas alarak değil, klişeleşmiş efsaneler üzerinden yürütülen bir güç oyunu. O yüzden gerçekte nelerin olup bittiğini anlamak için sıradışı bir gayret gerektiriyor.

"Osmanlı İmparatorluğu çok ender olarak iyi yönetildi; idare mekanizması baştan savmaydı ama bu mekanizma fazla zulüm yapmadan çalışıyordu. Yunan, Bulgar veya Sırp devletlerinden daha sabırlıydı fakat hesap günü geldiğinde de eli çok ağırdı. 1896'daki Türk-Yunan savaşında İstanbul'daki Rumlara ait işyerlerinden bütün Rum kâtip ve işçiler Helen ideali için çarpışmaya gittiler ve geri döndüler. Onlara kimse bir şey yapmadı. 1913'te Balkan devletleri teçhizatsız ve teşkilatsız Türk ordusuyla savaşırken zafer üstüne zafer kazandıklarında Beyoğlu'ndaki bütün Rum kafeleri zafer türküleri ile çınladı. Akıllı Türkler caddenin ortasından yürüdü, Rumlar caddenin tamamı kendilerine ait olacağı ve Kral Constantine'nin gelip Ayasofya'da ayine katılacağı zamana kadar kaldırımda kalarak haftaları saydılar. Türk düzensiz, mülayim ve tembel veya tahammüllüdür ama bir kere kızdı mı etrafa ölüm saçar ve suçlu veya masum herkes onun kızgınlığından zarar görür. Anadolu'da yaşayan Müslümanlar ve Hıristiyanlar birbirlerini anlar, aralarında sevgi yoksa bile ilişkileri çok kötü değildir. İnançlar ve ırklar arasındaki her bir farklılığı şuurlu veya şuursuzca vurgulayan Avrupa'dır. Asya'daki zavallı Hıristiyan azınlığın her felâketin bilerek veya bilmeyerek sorumlusu Avrupa'dır. Amerikalı ve Hıristiyan misyonerler politikacı değillerdi ama öğrencilerine Hıristiyanlığın Müslümanlığa nazaran daha üstün olduğunu öğrettiler; böylece Hıristiyanlar, Müslümanlardan daha iyi ve üstün birer insan oluyordu. Eski günlerde Ermenilere 'Millet-i Sadık' denirdi. Türkçe konuşan, Hıristiyan dinin emrettiği ibadetleri Türkçe yapan Karamanlı Rumlar, hallerinden hoşnut insanlardı. Fakat Megale İdea diye bilinen Asya'nın yeniden fethi düşüncesi, Atinalıların huzursuzluğunu, sakin bir hayat süren Anadolu'daki kardeşlerine ulaştırdı. Ermenilerin ayranının kabarmasında tarihin rolü, modernizm ve dinden azdır. Van'ı fakir bir çocuk olarak terk edip Amerika'da bir mühendis olarak temayüz eden bir Ermeni, kendi halkından veya Türk hükümetinden hoşlanmaz. 'İtiş-kakış' onun parolasıdır ve siyasi bir depreme inanır. Misyonerlerin eğittiği bir Ermeni, Osmanlı nüfusunun sayısal olarak çok küçük bir yüzdesini oluşturduklarını bilir. Ermeni inatçılığını atalarından almıştır; zihni, mali bakımdan çok açık olsa da siyasi olarak karmakarışıktır. Mülkten ne kadar çabuk para kazanacağını bilir ama o mülkü yönetmede yeteneği azdır. Türkiye'nin ilerlemesinde ve gelişmesinde; Ermeniler kendileri için iyi bir gelecek bulacakken Avrupalılar tarafından ayartıldılar ve intihara sürüklendiler.

(...)

Tek vücut bir Ermeni halkından bahsetmek imkânsızdır. Bu yüzyılın başındaki katliamlardan önce Ermeniler kabaca dört kategoriye ayrılabilirdi. Birinci kategoride Türkiye'nin şehirlerinde oturan Ermeniler bulunur. Bunların ticari zekâları ve Müslümanlara yasak olan tefeciliği yapmaları onlara büyük bir ticari avantaj sağlamıştır. İkinci kategoriye fakir köylüler girer. Bunlar dağınık, silahsız ve savunmasızdır. Topraktan geçinmeye çalışırlar ve Kürtlere devamlı av olurlar. Üçüncü kategori dağlı Ermenilerdir. Bunlar Sami ırkından, düşmanları olan Kürtlerin kuzenleridir. Kürtlerle bir savaşçı olarak rekabet ederler, zalimlikte onlara denktirler fakat iyiniyette onları geçerler. Ve dördüncü kategori sürgünde olan veya göçen Ermenilerdir. Bunlar kağıt üstünde ihtilal komitelerini örgütlemede hünerlidirler fakat siyasi bir program görüşüne sahip değillerdir.

(...)

Büyük savaş patlak verdiğinde Hıristiyan azınlıklar, Türkiye ile savaşan büyük devletlerin en küçük müttefikleri olarak Fransızlar ve Mr. Lloyd George tarafından selamlandı. Ermeniler, kendilerinin bir devlet olarak tanınacaklarını umarak 1915'te Türkiye'yi istila eden Rus ordusuna yardıma gittiler ve o andan itibaren korkularının gerçekleşmesi dehşetli ve kaçınılmaz oldu."

Kitap hakkında bilgi

Yukardaki kısmî alıntı, Türkiye'de ilk baskısı 1999 yılında "21. Yüzyıl Yayınları" tarafından yapılan "Ben Kendim" isimli kitaptan (Kitabı Türkçe'ye Yılmaz Tezkan çevirdi). Yazarı Aubrey Herbert. Kitabın orijinal ilk baskısı Londra'da 1924 yılında gerçekleşmişti. A. Herbert, 1880-1923 yılları arasında yaşayan bir İngiliz diplomat, parlamenterlik de yapmış ama tarihe bıraktığı iz, onun gezginci tabiatıyla birleşerek kaleme aldığı iki eseridir. Bir Balkan ve Doğu Meselesi uzmanıydı. Kitabın orijinal ismi Türkçedir "Ben kendim"; alt başlığı ise "A Record of Eastern Travel".

Alıntıda altı çizilecek satırlar var; bizzat yapmak yerine bu işi okuyucunun yapmasını tercih ettim.

Tarih güçle yazılıyor

Aubrey Herbert'in yazdıklarından yola çıkarak bir fikri savunmak veya güçlendirmek gibi bir niyet içinde değilim. Herbert'in, aradan doksan sene geçtikten sonra hâlâ siyasi bir problem olarak sıcak tutulmasına gayret gösterilen Ermeni meselesi üzerine yazdıklarını, meseleyi "anlamak" bakımından uyarıcı bulduğumu da belirtmeliyim.

Son yıllarda bazı batı ülkelerinin parlamentoları, Ermeni meselesinde Türkiye'yi kınayan ve özür dilemeye zorlayan nitelikte siyasi kararlar alıyorlar; bu yaklaşım 1915'te olup bitenleri evvelinden ve sonrasından kopuk değerlendirdiği ve mütemadiyen "soykırım" iddialarına atıfta bulunduğu için gitgide anlaşılmaz bir mâhiyete büründü. Milli mücadele esnasında Türkiye'nin "yedi düvele" karşı savaştığı iddiasını tekrarlamasını severiz ama fiiliyatta bu savaş, sadece iki eski Osmanlı tebâsı unsuruna, yani Doğu'da Ermenilere, batı cephesinde Rumlara karşı sürdürüldü; ardından Osmanlı siyasi varlığının siyaseten sona erdirilmesi ve genç Türkiye'nin batı medeniyetine geçmek için birbiri ardına gerçekleştirdiği kültürel reformlar, bugün sıradan bir Türk vatandaşının Ermeni meselesini anlamasını zorlaştıran tesirler yapmıştır. Türk kamuoyunda hâkim kanaat, en azından bu meselede Türk tezinin yeterince anlatılamadığı, bilinmediği merkezinde yoğunlaşıyor. Batılı kamuoyu ise, kamuoyunu oluşturan önderlerin yönlendirmesiyle 1915'te olanları kabaca "Türklerin barbarlığı" tezi üzerinden algılamak noktasında yetersiz ama bize göre kasdî bilgilendirme noksanı ile mâlul. Mesele, mütemadiyen kızgın sacda tutulan bir siyasi görüntü arzettiği için Türkiye, bundan yüz sene önce cereyan etmiş bir tarihi problem yüzünden siyasi baskı altında tutulan neredeyse tek ülke durumuna geldi.

A. Herbert, hiç de Türk sempatizanı bir diplomat-yazar sayılmaz; kitabın tamamı okunduğunda, yukardaki satırların, yazarın genel tutumunu aksettiren özellikler taşıdığı fark edilecektir; Herbert Ermeni meselesi konusunda bana göre tek kelimeyle "kral çıplak" diyor. Ne var ki siyaset dün olduğu gibi bugünün dünyasında da gerçekleri esas alarak değil, klişeleşmiş efsaneler üzerinden yürütülen bir güç oyunudur ve o yüzden gerçekte nelerin olup bittiğini anlamak için sıradışı bir gayret gerektirir.