Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bayramın son günlerinde siz bu yazıyı okuduğunuzda muhtemelen tezkere Meclis’ten geçmiş ve TC Devleti, hükümet eliyle güney sınırlarımızda muhtemel bir çatışmaya girmek için yetkilendirilmiş olacak.

Demokratik veya antidemokratik tarzda yönetilmiş olmak fark etmiyor. Savaş ihtimâli karşısında hemen ‘Savaş ideolojisi’ dediğimiz şey harekete geçiyor ve o ülkenin en aklı başında insanları, entelektüelleri bile bir süre sonra bu ideolojinin baskın tortuları istikametinde düşünüp davranmaya başlıyor.

Savaşları toplumların nazarında aklayan ve haklı gösteren pek çok türetilmiş değer yargısı var; vatan savunması bunların başında. Tarım toplumlarında çok gördüğümüz, “Sen benim tarlama tecavüz edersen ben de karşı koyarım arkadaş” tepkisinin beyaz gömlekli-kravatlı sürümü devreye giriyor. İlk ‘haklı sebep’, ikinci adımda haklılıktan sıyrılarak normal zamanlarda normal insanların yapmayacağı kötülüklerin paylaşılmasına, benimsenmesine yol açıyor. Devletlerin resmî ideolojileriyle çizdiği ‘Biz’ sınırları içinde kalan herkes kendini çatışmada taraf görüyor, intikamcı hislerle donatılıyor; erkeklik gururunu, namus kavramını (harîm-i ismet gibi) andıran duygular ateşleniyor. Bu tasviri uzatmak kolay; çatışma sona erdiğinde ortadaki ağır sonucu çoğu zaman fark etmiyoruz bile; savaşta, çatışmayı tutuşturan sebeplerle hiç ilgisi olmayan sıradan insanlar ölmüş, mâsum siviller yurtlarından edilip tecavüz ve gaspa uğramış, yoksullaşmış ve onurlarından edilmiştir.

Haydi Darwinci yaklaşımla söylemiş olalım; Homo Erectus, yani leğen kemikleri üzerinde ayakta durabildiği için elleri boşta kalan ve böylece âlet yapmayı, teknik geliştirmeyi becerebilen uzak çağların insanlarından farkımız yok; muhtemelen onlar bizden daha az zalim ve kıyıcı idiler ve bir çatışmaya girdiklerinde birbirlerine daha az zarar verebiliyorlardı. Habil’in Kabil’i öldürmek için kullandığı ilk silah olan bir büyükbaş hayvanın çene kemiği, hayranlık verici bir geliştirme azmiyle değişim geçirdi, savaş sanayii dediğimiz ve varlığıyla övündüğümüz bir ölüm endüstrisi şeklini aldı. Bu endüstriye sahip olmayan toplumlar ‘geri’ kabul ediliyor. Ne kadar acı ve düşündürücü...

Semavi dinlerin öğretileri, insanların içindeki zor kullanma, zarar verme, hakkı olmadığı hâlde gasp ve işgal etme, öldürme ve yekdiğerinin onurunu kirletme alışkanlarımıza son veremedi. Sokaktaki her insan, normal zamanlarda savaşın kötü ve saçma olduğunu bilir, sorulunca söyler ama şartlar değiştiğinde 15 dakika içinde sebeplerini bilmediği ve asla bilemeyeceği bir savaşın savunucusu hâline gelir; sıradan insanları bu vahşi dönüşümden esirgeyecek bir zihnî selâmet üssü yok.

Yine bir savaş kapımıza dayandı; insanlar yine anlaşmazlıklarını silahlı legal topluluklarını sivil insanlar arasında çatıştırarak çözme alışkanlığını terk etmediler. Savaşla ne zaman savaşmaya kalkışsa insanlık onuru hep mağlup düşüyor. Resmî öğretiler her defasında galip gelerek kanlı parmaklarıyla zafer işareti yapıyor.

Her iki dünya savaşının trajik sonuçlarından utanan vicdanların, “Bir daha savaş olmasın; devletler anlaşmazlıklarını konuşarak çözsün” fikriyle yoğurduğu Birleşmiş Milletler teşkilatı bu yüzden tez zamanda hayır işlerine adanmış bir sivil toplum kuruluşuna dönüşüp etkisizleşti. Silahları gömemedik; savaş endüstrilerini tıpkı uyuşturucu üreten laboratuarlara yaptığımız gibi kanundışı bir melânet yuvası ilan edemedik. Bir yanıyla açlıkla, sefaletle boğuşan devletleri öteki yanıyla silah dilenen, bu uğurda borçlanan, geleceğini satan kuruluşlar gibi görünmekten kurtaramadık.

Ortadoğu, gezegenimizin en sancılı yeri. Yeryüzünde ilk buğday başağı Ortadoğu’nun bereketli ovalarında yeşerdiğinden beri acısı hiç dinmedi. Yazılı tarihin ilk yıllarından beri yeryüzünde en çok acı burada yaşandı; geçen 9 bin senelik tecrübe bize hiçbir şey öğretmedi. İnsan tabiatında saklı vahşet, her nesilde yeniden uyandırılıyor; elbirliği ile bir vaktin güzel çocuklarını hırslı politikacılar, fetihçi komutanlar, silah fabrikatörleri veya savaşın niçin haklı ve geçerli olduğunu savunan kanaat önderleri hâline getiriyoruz. Bunu hepimiz yapıyoruz: Dindar, laik, liberal, faşist, komünist veya demokrat fark etmiyor.

Hiç ibret almıyoruz hiç.