Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Şehir" hayatından derlenmiş canlı nümûnelerdir. Hiçbir hayâl mahsulü değildir. Sadece birilerinin çıkıp bu gibi hadiselere isim vermesini beklemektedir. Siz bir isim vermek ister miydiniz?

Adam biraz tuhaf bir tiptir; elâlem züccaciye vitrini, kumaşçı vitrini, kuyumcu vitrini seyrederken o tutmuş hırdavatçı vitrinini seyre dalmıştır. Hırdavatçının onca masrafa ve zahmete girip vitrin yapması sebepsiz değildir; birileri de gelip o vitrinin önünde dikilecek, pirinçten gövdesi ışıl ışıl yanan pürmüz lâmbalarına, rengârenk el âletlerine, elektrikli matkaba, el planyalarına bakıp iç geçirecektir. Derken on-oniki yaşlarında bir çocuk çıkar dükkândan; vitrininin önünde dikilen adama seslenir,

-Buyur dayı, ne istendindi ki?

Adam çocuğa dikkatle bakacak, buna benzer bir yeğeni olup olmadığına iyice kanaat getirdikten sonra "lâ havle ve lâ kuvvete" deyip uzaklaşacaktır oradan.


Adam vaktiyle canını dişine takıp çalışmış, kazanmış bir apartman dairesi satın almıştır. İçini döşerken "üçe-beşe" bakmaz, "en iyisinden olsun" diye kesenin ağzını açar, pahalı mobilyalar satın alır, ipekli perdelere bir kucak para harcar, mutfağı dolaplara donatır, altın yaldızlı 72 parça yemek takımı bile vardır.

Ne var ki evden içeri girerken bütün ev ahalisi, ayakkabılarını kapının önünde bırakmayı âdet edinmişlerdir.

Halbuki içerde antrede kocaman, gıcır gıcır bir ayakkabı dolabı durmaktadır.


-Hee, ne diyon lan sen.. söylemedin mi salı günü abim gelecek diye?. Neyse bırak sen onu, ben gelir veririm parasını...

Yolda yürümektesinizdir. Etrafın mutad gürültüsü içinde kendinizi birdenbire özel bir telefon görüşmesinin canlı şahidi olarak buluverirsiniz.

Birinin cep telefonuyla konuşası gelmiştir. O da sanki muhatabı karşı kaldırımda imiş de, ona sesini duyurmak istiyormuşçasına bağırarak hâcet gidermektedir.


Bir kadın. Uzunca bir manto giymiş. Trafiğin vızır vızır işlediği bir saatte, kıyıda köşede hiç bir yaya kaldırımının olmadığı bir yerden yolu dikine keserek karşı kaldırıma yürümektedir. Sağına-soluna bakmaz, "bir araba bana çarpar da sürüm sürüm sürünürüm" diye bir endişe taşımadığını vücut diliyle ifâde etmekte, kendisine tam çarpmak üzereyken güç-belâ fren yetiştirebilen otomobilin sürücüsüne, başını hiç çevirmeye tenezzül bile etmeksizin, "gözün kör mü" edâsıyla yan yan bakarak yoluna devam etmektedir.


Bankamatik kuyruğunda hayli bekledikten sonra sıra nihâyet size gelmiştir. Kartınızı makineye yerleştirip işlem yapmak üzere şifrenizi yazacakken, arkanızda neredeyse sırtınıza yüklenecek kadar meraklı bir gölgenin varlığını hisseder tedirgin olursunuz. Minik ekranı gövdenizle kapatarak şifrenizin ve özel hesabınızın mahremiyetini korumak istersiniz; arkanızdaki gölge bu defa yana kayarak kendine uygun bir bakış açısı ayarlamaya çalışır.

Dayanamaz, dönersiniz,

-Buyrun işlemi beraber yapalım; bu arada merakınızı da gidermiş olursunuz!

El cevap,

-Bana ne senin hesabından hemşerim; get işine zabah zabah...


Hamamın göbek taşına serdirdiği peştemala Roma imparatorlarının bile hayalinden geçmeyecek bir rahatlık ve özgüven hissiyle yayılan yarı çıplak adam, keseciye seslenir,

-Kasadaki patrona söyle, bana bir buçuk acılı Adana yaptırsın köşedeki kebapçıdan, parasını hesabıma yazsın, sen de soğutmadan getir he mi!


Genç kız, derse beş dakika kadar geç geldiği için dershanenin kapısı çalmış, kaba zurna makamından "geel" sesini duyduktan sonra içeriye girmiştir.

Öğretmen aşağılayıcı bakışlarla genç kızı âdeta ultrason cihazında tetkik eden bir uzman edasıyla ve saklamaya lüzum görmediği bir zevk ifadesiyle konuşur,

-E, haydi uydur bakalım; nerede sürttün de geldin?


Adam utanma belâsı, hatır için düğüne gitmiştir. O ana kadar bütün ömrü boyunca hanım hanımcık, terbiyeli, kendi halinde bir ev kızı görüntüsünü veren genç kızların, elektro bağlamadan feryad figan fışkıran kıvrak Ankara oyun havalarıyla nasıl döktürdüklerini fark edince utancından kıpkırmızı kesilir, bakışlarını yere diker ve ele geçirdiği ilk fırsatta bu mutluluk tablosunu terk edip gider.


Adam oğluna dışarı çıkarken nasihat vermektedir,

-Darda kalırsan vur, hiç gözünün yaşına bakma; senin anan ağlayacağına, onun anası ağlasın; ben sana içerde paşalar gibi bakarım.


Adam, gözünün önünde meyvenin çürüğünü poşete sokmaya kalkışan satıcıyı ikaz eder. Satıcı kendisini hakarete uğramış hissederek diklenir,

-Ne o; gururuna mı dokundu? Sen alma, o almasın; kim alacak bunları? Biz de alırken çürüğüyle alıyoruz bu mereti..

Adam durup dururken bu belâyı nasıl başına sardığına şaşkın halde kalakalmıştır orada. Neyse ki satıcı ondan daha anlayışlıdır,

-Yürü yürü, elimi kana bulama mübarek saatte; sende alışveriş edecek göz yok ki bir defa...


"Şehir" hayatından derlenmiş canlı nümûnelerdir. Hiçbir hayâl mahsulü değildir. Sadece birilerinin çıkıp bu gibi hadiselere isim vermesini beklemektedir.

Siz bir isim vermek ister miydiniz?