Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bundan yıllar öncesine gidiyoruz; bir mahkeme salonunda duruşma ânındayız. Dâvâ konusunu bilmiyoruz.

Orta yaşını hayli geçkince ve düşkünce bir kadın dikkatimizi çekiyor. Pek dâvâcıya benzer hâli yok; belli ki şikâyete uğramıştır başında "bürük"ü ile tahta sıralarda şaşkın, tedirgin, hatta ürkek bir hâletle oturuyor.

Hâkim otoriter. İş yoğunluğunun ikindi saatlerini geçince çekilmez olduğu dakikalarda işleri lâyıkınca yerine getirmek için pek de önemli olmayan dâvâlarda ifâde sahiplerini, "Kısa kes, meseleye gel... Bırak şimdi, sorduğuma cevap ver." diye sadede gelmeye çağırıyor, belki başkaca sebeplerden de âsâbı gergin.

Sıra bizim "Bürüklü" teyzeye geliyor. Kadıncağız dilinin döndüğü kadarıyla derdini anlatıyor, "Tamam otur, bekle şimdi." diyorlar. Ne olup bittiğinin farkında bile değildir.

Birisi "Ayağa kalkın." diyor; bizimki aldırmıyor, "Teyze, sen de ayağa kalkacaksın, hâkim kararını okuyacak." diyorlar. Kalkıyor. Hâkim anlamadığı şeyler söylüyor. "Tamam!" diyorlar, "Ne oldu ki şimdi?" diye soruyor.

-Sen haksız çıktın teyze, diyorlar, öbür tarafı haklı buldu mahkeme...

Şaşırıyor, kızıyor, "Olur mu öyle şey; böyle değildi." diye söyleniyor. "Hadi çık çık!" diyorlar, salondan çıkarken dönüyor,

-Ben de bu dâvâmı Allah'ın divanına havale ettim, deyiveriyor.

Hâkimin zaten canı burnunda, daha yetiştirmesi gereken pek çok dosya var; şu enti-püften davayla ilgili kadın tutmuş kapı ağzında kendi kendine söylenip durmakta. "Sus kadın, senin davan görüldü; uzatma artık." diye tersliyor ama bizim teyze köpürmüş bir kere. Birşeyler söylüyor kendince. Hâkim kızıyor.

-Mahkemenin mehâbetini ihlâlden tevkifine, diyor, götürün!..

Hadiseyi takip eden bir saat içinde, orada kendi duruşmalarını bekleyen avukatlar, sair personel araya giriyorlar, hâkimi yatıştırıyorlar, kadıncağız güç belâ gözaltına alındığı yerden evine salıveriliyor.


Bizim vatandaşımız nerelerde, başka yerlerde takınmadığı bir saygı, itaat, hatta minnettarlık duygusuna bürünür biliniz bakayım?

Bildiniz: Mahkeme, Hastane, Karakol...

Siz bunu devlet gücünün örtüsüz hissedildiği, bir çift söz ile pek çok şeyin değişiverdiği sair yerleri de ilave edebilirsiniz. Üniformalılara saygı duyarız, hatta türküsü bile var: "Ben varmam inekliye/Yoğurdu sinekliye/Allah nasib eylesin/Omuzu tüfekliye" diye.

Devletin beylik silahını taşıma hakkına sahip olanlar, "Bunu benim belime devlet keyfinden kuşatmadı. Devletin otoritesini ve mehâbetimi temsil ediyorum." diye düşünür. Üniformayla iş görmek durumundakiler, "Bunun bir düğmesini koparmanın cezası altı aydan başlar" efsânesinin gururunu hissederler resmen.

İnsanımız mahkemeye korkarak gider, kanun adamlarından çekinir, üniformalılarla nizâ çıkarmamaya çalışır. Polisten, doktor takımından, savcı, hakim gibi kanun adamlarından birer tanıdık edinmenin çok yerde işe yaradığını bilir, tedarik cihetine gider.

Daha doğrusu vaktiyle öyleydi; hâlâ öyle midir bilmem fakat yüzyıllık korkular, kireçlenmiş refleksler kolay kolay değişmez. Sağlık hizmetlerinde önemli mesafeler alındı, hizmet kolaylaştırıldı, teşhis ve tedavi gibi vaktiyle hastanın ömrünü söken uzun işlemlere tâbi çileler azaltıldı. Belki o yüzden doktorların, tedaviye gelen bîçare vatandaşlar karşısındaki geleneksel otoritenin biraz sarsıldığını söyleyebiliriz. Düşünün, "Hasta hakları" diye bir kavram çıktı meselâ; bütün hastanelerin duvarlarında görünür yerde asılı duruyor. Doktor sayısındaki artışın da önemini belirtmek lâzım ama en önemlisi tabiblerimizin en büyük işvereni durumundaki Sağlık Bakanlığı'nın tutumu. Belki ecnebi filmlerde gördüğümüz türden mükemmel örnekler değil fakat hasta-doktor ilişkilerinde eskiye nazaran güzel gelişmeler yaşandığı inkar edilemez.


Aslında doktorları ilgilendiren başka bir rahatsızlık unsurundan bahsedecektim, söz dağıldı gitti. Geçenlerde Sağlık Bakanı, tedavi olmak için hizmet almaya gelen bazı yargı mensuplarının, haklı veya haksız herhangi bir sebeple tartıştıkları doktorları gözaltına aldırdığından, bazı hekimlerin birkaç saat veya bütün gece gözaltında kaldığından şikâyetlenmiş. Diyor ki bakan, "Acaba bu tartışmalardan dolayı bir savcı veya hâkim gözaltına alınmış mıdır?"

Şimdi hepinize soruyorum: Sağlık Bakanı, olmayan bir şeyden söz ediyor olabilir mi?

"Heyhat!" makamında başınızı saalladığınızı görür gibiyim. Bu soru, "Türkiye'de askerler darbe yapar mı; daha önce darbe yapan asker kişi görülmüş müdür?" tarzında sâfiyet sınırlarını zorlayan bir edâya sahip.

Sağlık Bakanı, o birkaç olayın ayrıntılarını vermemiş; belki de yargı mensupları, aldıkları sağlık hizmetinden şikâyetlenmekte haklıydılar ama bunun yolu, canımızı sıkan kişiyi gözaltına aldırmak mıdır?

Belediye başkanının, kızdığı kişinin evine çöp döktürmesinden, suyunu kestirmesinden ne farkı var bunun (Yaşanmış hâdisedir, ayniyle vakidir)?

Sağlık Bakanı bu noktada haklı ve tabii olarak kendi personelini himâye ediyor ama hepimiz biliyoruz ki sıradan vatandaşın en çok itilip kakıldığı yerlerin başında gelirdi hastaneler; bu sözlerini, "Bundan sonra sağlık kurumlarında bizim personelimiz vatandaşlara güleryüz ve anlayışla hizmet verecektir." şeklinde verilmiş bir söz olarak kabul ediyoruz.


Meselenin bir başka yönü de şu: Ne zaman böyle bir hadise vuku bulsa hemen ilgili meslek kuruluşları harekete geçerler ve, "Birkaç kendini bilmezin yaptığı sorumsuzluk bütün camiamızı bağlamaz" diye esirgeyici-örtücü bir tavır sergilerler. "İcabında veririz biz onun cezasını, siz karışmayın" mânâsına gelir bu. Verirler mi vermezler mi bilmeyiz. Türkiye'de kamuoyunun hafızası zayıftır zaten; bir dahaki tatsızlığa kadar unutur gideriz.

Ne yazık ki bizim bürokratik kademelerimizde mesleki dayanışma esastır.

Bir başka yönü ise bambaşka ve onu zikretmeden geçersek hakikaten haksızlık etmiş oluruz. Çok güzel örnekler de yaşanıyor Türkiye'de; işini hakikaten kendine duyduğu özsaygının gereği olarak anlayış, merhamet ve şefkatle yerine getirenlerin sayısı, arıza çıkaranlardan çok daha fazla elbette.

Onlara teşekkür etmeliyiz; çoğu zaman öylelerinden bir teşekkürü bile esirgediğimiz olur unutkanlıkla fakat affetsinler.

Devlet katında anlayış ve şefkat görmeye alışık değiliz henüz.