Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

-Hocam, son günlerde mütemadiyen camiler hakkında yazıyorsunuz; hayırdır, camilerle ne alıp veremediğiniz var sizin?

-Aslında tam olarak camiler değil mesele Çekirge, mimarlık kavramı; bu kavramla öteden beri çok ilgiliyim. Bir nevi "Manie" haline geldi bu.

-Manie derken?

-Kibarlık ediyorum yahu, biraz entelektüel bir hava vermeye çalışıyorum; düpedüz "manyaklık" desem banal olacak çünkü. Obsession demek belki daha doğru; işte yine aynı şeyi yapıyorum, obsesyon takıntı demek ama kabul et, daha havalı duruyor. Neyse, mekânın, özellikle mekânın en önemli varlık boyutu olan boşluğun tanzim biçimi çok heyecan verici bir şey. Düşün ki, güzel sanatlar içinde insanlara en yakın duran, en çok hitab eden, en çok tüketileni mimarlıktır; buna mukabil biz Türkler hemen hemen hiç mimarlık tüketmeyiz. Camilere gelince, bendeki gizli kalmış mimarlık endişesi, Müslüman topluluğunun ve bir güzellik mebdei olarak İslâm'ın hayata akseden yüzünün imtihan kâğıdı gibi görünüyor gözüme. O yüzden dertliyim, sinirliyim işte.

-Tesadüfe bakınız üstâdım, New York Times, Mimar Sinan'a tam sayfa ayırmış; gazetelerimiz de üstüne atlamışlar haberin.

-Al işte ben küplere binmeyim e ne yapayım? Bu haberi iktibas eden editörleri bir sınıfa koyup imtihana çeksek, "Mimar Sinan niçin büyük bir mimardır; yarım sayfalık kompozisyon yazınız" desek nasıl cevap alırız dersin Çekirge? Ben söyleyim, onlar Sinan'ın büyük mimar olduğuna dair kanaati sağdan-soldan, kulaktan emaneten edinmişlerdir; aynel yakîn bilgi değildir yani. "El söylüyor ben de söylüyorum" hesabı. O kanaat bedava, hatta biraz da köpüklü haliyle tedarik edildiği için bugün biz mekân seçmekte ve tüketmekte, mektepten yeni mezun acemi mimarların zevkine mahkûm kalıyoruz. Müslüman'ımız da öyledir, laikimiz de. Bugün klavye kullanabilen herkes herhangi bir yazara mektup kaleme alıp aklından geçtiği gibi tenkid edebilir ve ediyorlar; siyasetten anlamayana zaten babalar kız vermiyor, peki mimarların tenkid edildiğini duydun mu hiç; kimselerin eline geçmeyen meslek içi dergilerde birbirlerini doğrarlar bazen o başka, kaldı ki eleştirilerinin büyük sebebi ya ideolojik menşe'lidir veya işin ticarî boyutuylailgilidir fakat bu ülkede mimarlığın toplam kalitesi, sol veya sağ cenah arasında anlamlı bir kümeleşme göstermez. Anlayacağın, bizim oraların tabiriyle "Birbirinden yüzü kara yavrularım" hesabı.

-Peki Mimar Sinan niçin büyük mimardır hocam, siz biliyor musunuz bakalım sorunun cevabını?

-Eh, kendimce bir cevabım var çok şükür ama tafsili uzun sürer; kısaca izah için bir örnek verebilirim ama: Kayseri'de şehir merkezindeki Sinan Parkı içinde Mimar Sinan'ın basit, gösterişsiz bir eseri vardır: Kurşunlu Camii. Herkes onu, ünü cihanı tutmuş büyük selâtin camileriyle tanır bilir ama bu mütevazı eserinde onun niçin dehâ olduğu ele veren önemli ipuçları vardır. Gerisi erbâbı anlar zaten...

-Erbabı derken?

-Ha, işte o önemli bir nükte sevgili Çekirge; mimarlığı elâlem form zanneder; işte ne bileyim, kubbe, kemer, lento, minare, kasnak, yarım kubbe, tonoz filan. Halbuki bu formların hepsi Sinan'dan önce de bilinir unsurlardı, yeni bir şey değildi. Sinan yeni form getirmedi mimarlık dünyasına...

-Ne getirdi peki?

-Kendi proportionlarını getirdi ve uyguladı. Proportion, yani oran, yani nisbet, ölçü, miktar; ölçülerin birbiriyle tenasübünden hâsıl olan güzellik kimyâsının ustasıydı Mimar Sinan. Onun en basit gibi görünen, sıradan yapılarında bile kendi nisbetlerinin gizli imzası okunur. O yüzden mesela Üsküdar sahilinde Kuşkonmaz'daki o minik, o şirin Şemsipaşa külliyesindeki ölçü güzelliği, Süleymaniye'den nişan verir; vesaire, vesaire...

-Hocam, kusura bakmayınız, yine pek anlayamadım galiba?

-Anlayamamanı tabii karşılarım Çekirge; sanat tarihçilerinin mimarların bile çoğu defa farkına varmadan ömür geçirdikleri nüktelerdir bunlar. En iyisi geçelim.