Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Meral Akşener'i şahsen tanımam; herkes gibi uzaktan izlediğim, hakkında zaman zaman ‘cesur bir kadın' diye düşündüğüm bir hanımefendidir; dolayısıyla söyleyeceklerim onun şahsına yönelmiş sayılmamalı.

Akşener, 1996 yılından bu yana milletvekili. Sadece 2003-2007 arasını kapsayan 22. Dönem'de Parlamento dışında kalan Akşener, 5 dönem vekillikten sonra partisi tarafından sürpriz bir şekilde yeniden aday gösterilmedi.

Akşener, bu gelişmeyi, danışmanı aracığıyla yaptığı tek cümleyle yorumladı:

-Genel başkanın takdiridir, yorum yapamam!

Bu cümle politik sistemimizin şâheser bir özetidir. Bizde parlamenter sistem genel başkanların ‘esas oğlan' rolünü üstlendikleri bir melodramdır. Bir genel başkanın herhangi bir insanı vekil, herhangi bir milletvekilini liste dışı bırakmak için ‘takdir'ini belirtmesi yeter. Partilerde, genel başkanının takdirini destekleyen, ne kadar isabetli ve tartışılmaz olduğunu yorumlayan çok sayıda seçilmiş, daha doğrusu genel başkan tarafından tayin edilmiş insan bulunur. Onlar bu gibi konularda şöyle derler:

-Hiç kimse partimizin üzerinde değildir; partimiz o arkadaşlardan önce de vardı, sonra da olacaktır!

Veya,

-Bu bir nöbet değişikliğidir. Dinlenirler, vakti gelince yeniden devreye girerler...

Bu sözlerin arasında, tek başına bir değer ifade eden bütünlük, bir şahsiyet olarak ‘insan' yoktur. Kişiler, partilere göre tek başına fazlaca anlamı olmayan tuğlalar gibidir. Birinin eksikliği önemli değildir; yenisiyle ikame edilirken bağlı olunan kurum, yani parti yüceltildikçe yüceltilir. Parti ise zaten liderin şahsında mündemiçtir, iç içe geçmiş, bütünleşmişlerdir. Parti ve lider, sudaki oksijenle hidrojen gibi birbirinden kolay ayırt edilmez, fark edilmez bir birliktir. Bu ulvî bir yapıdır ve her fâni bu müteâl, aşkın yapı karşısında edebini takınmalı, haddini bilmelidir.

Partileri tarafından refüze edilip listeye konulmayan isimlerin tepkileri genellikle birbirine benziyor:

-Genel başkanın takdiridir... Aslında dinlenmeye ihtiyacım vardı... Partimin uygun göreceği her yerde görev yapmaya hazırım vb...

Liderine, partisine kızan, eleştiren, ağzından alevler saçan pek görülmüyor, zira böyleleri hangi görüşte olursa olsun sistem tarafından, huysuz, geçimsiz, uyumsuz olarak damgalanır ve bir daha kolay kolay aktif siyasete dönemezler.

İtaatkâr ve munis davranmak, bu durumdaki bir politikacının lehinedir. Sistemde vekil olmak veya olmamak her şeyin başı veya sonu değildir. Eğer itaatkâr ve sâdık iseniz partiniz sizi -hele iktidar partisi söz konusu ise- daha akçalı, daha prestijli ama pek ortalarda görünmenizi gerektirmeyen görevlerle onurlandıracaktır.

Muhalefetteyseniz de gam değildir. Köşenize çekilir sabırla bekler, her seçim lafı geçtikçe heyecanlanır ve belki de sadakatinizden dolayı yeniden ödüllendirilebilirsiniz.

Liderlere gelince; onların başkalarına hesap vermek gibi bir mecburiyetleri yoktur. Başarısızlıkları asla parti içinde dile getirilmez. Her kurultayda lidere duyulan saygı ve sevgi, biat şeklinde yeniden tazelenir. Partinizi baraj altında bırakacak derecede kötü yönetmiş olmaktan ötürü karamsarlığa düşüp, “ben artık çekiliyorum ve işte çekildim” deseniz bile birileri,

-Sensiz olmuyor ey büyük lider; ne olur yeniden görevinize dönün. Partililer öksüz çocuklar gibi ağlıyor. Dönmezseniz kendimi intihar ederim, diyerek zaten istifasına bin pişman liderin gönlünü alacaktır...

Liderler parti içinde sorgulanmaz; ancak muhalifler, yani parti dışında birileri başka partilerin liderleri hakkında ileri-geri konuşma hakkına sahiptir.

Bu sistemde lider olmak, partinin büyüklüğüne göre değişen oranda padişahlık gibidir. Sadece grubu olan partilerden söz etmiyorum, küçük partilerde de durum farklı değildir. Parti lideri olmak bir hayat tarzıdır, iktisadî açıdan (sanayi, hizmet sektörü, tarım, ticaret gibi) bir geçimlik modelidir. Bir defa parti liderliği yapan bir kişiyi günün birinde asla eski işinin başında göremezsiniz. Yapamadıklarından değil elbette, kendilerine yakıştıramadıklarındandır. Halleri biraz emekli orgeneralleri andırır; sivil hayata bir türlü intibak edemez, kendilerini avutacak sosyal akvaryumlardan (orduevleri, askerî tatil kampları, şehir kulüpleri vb...) dışarı çıkmamaya mecbur kalırlar.

İşin güzel tarafı siyasetle ilgilenen yurttaşlarımızın bu durumdan şikâyet etmek yerine desteklemeleridir. Liyakat ve ehliyet ispat etmek yerine, herhangi bir liderin dikkatini çekmek çok daha kolay görünüyor olabilir zira. Sistem, cansuyunu seçmen kitlesinden alır. Demokratik taleplerde bulunmayan, bunun için bırakınız mücadele etmeyi, riske girmeye bile çekinen insanlara daha demokratik parti yönetimi ve parti içi demokrasi ile bahşetmenin mânâsı yoktur.

Alan da veren de memnundur.

Bu düzen böyle gelmiştir ve böyle gidecektir. Partilerde liderlerin ağırlığını belirleyen Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunları'ndan yeri geldikçe sızlanmak, her lider için bayram namazı gibi bir vaciptir. Her politikacı bu kanunların antidemokratik yapısından şikâyet eder fakat değiştirmek için kimse kılını bile kıpırdatmaz. Bu kanunlar Benî İsrail kavminin günah keçisi gibidir. Herkes onlara hakaret eder ve kimse bu kanunları savunmaz. Siyasî açıdan anayasadan daha sert metinlerdir bu kanunlar...

Peki, arada ‘sistem arızası' çıkmaz mı? Çıkar.

Bazıları, siyaset yapmayı parti liderine körü körüne sadakat ve ‘evet efendimcilik' olarak kabul etmeyi içine sindiremez. ‘Doğruya doğru, yanlışa yanlış' çizgisinde, şahsiyetini ispat edebileceklerini zanneder. Böyleleri bir dönemden fazla barınamaz siyasette.

Hele hele nitelikleri itibarıyla potansiyel bir değer olan, gerektiğinde parti görüşüne karşı tek başına fikir beyan edebilecek kapasite gösterenleri sistem ayıklar. Böyleleri siyasetin küskünü olur ve yeniden aslî işlerine dönerler; zira onlar için siyaset dışında da var olup kendilerini ispat edebileceklerini alanlar vardır.

Parlamenter sistemimizin gerçekten demokratik bir niteliğe kavuşmasını bekliyorsak, siyaset simsarlığı gibi görünen bu düzeni yerle bir edecek yeni bir Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu yanında yer almamız gerekiyor. Parlamenter sistemin lider hegemonyaları altında nasıl yozlaşabileceğini en feci örnekleriyle yakından gördük, yaşadık.

Kurtarıcı lidere ihtiyacımız yok; sadece anayasaya ve seçmenlerine karşı sorumlu vekillere ihtiyacımız var. Parlamento itibarını ancak böyle kurtarır.

_Not: Gecikmiş de olsa bütün okuyucularımın Kurban Bayramı'nı tebrik ediyorum._