Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Siyaset yapmak, konuşmak veya düşünmek gitgide daha tatsız bir meşgale haline geliyor; halbuki siyaset problem çözme mercii olarak vazgeçilmez öneme sahip ve siyasetin yerine ikame edebileceğimiz herhangi bir şey mevcut değil. Bilerek veya bilmeyerek "siyasetsizleştirme siyaseti" takip edenler hayırlı bir iş yapmıyorlar. Siyasetin çözmesi gereken meseleyi, Hindistan'dan nice pahaya ithal edilmiş meditasyon uzmanlarına mı havale edeceğiz? Sahi, nedir bu "guru" Shri Mataji hanımefendinin önünde secdelere kapanıp da ayak suyuna bilmem kaç dolar ödemeler?!. Konuyla ne ilgisi var demeyiniz; elin "guru"sundan keramet bekleyenler, "arabesk" seviyede olsun teolojik hiyerarşiden bu kadar habersiz olabilirler mi: Orhan "baba" yıllar önce "kula kulluk edene yazıklar olsun" dememiş miydi?

Geçenlerde yurtdışında yaşayan bir hanım doçentin gazeteye yazdığı yazıyı okudum, bu hanım son cümlesinde şöyle bir ifade kullanıyor: "... Biz üçüncü dünya insanları!". Üçüncü dünyaya hoş geldiniz! Doçenti peşinen üçüncü dünyalılığı kabul eden bir memleketin burjuvaları da adam başına 650 dolar para verip, elin "guru"su önünde secdelere kapanırlar elbette; tabiidir efendim; sa'yiniz meşkûr olsun!

Yine siyasete gelelim; siyasiler hakkında ileri"geri konuşmak kolay; zor olan siyasete itibar kazandırmak. Mevcut siyasi kadrolarımız siyasete itibar kazandırmak bir yana, milleti siyasetten soğutmak için ne lazımsa yapıyorlar diye siyasetten ümit kesebilir miyiz? Siyaset kadrosunu her gün yerin dibine batırmanın neticesi ara yönetim modellerine teslim olmaktır; istediğimiz bu mu?

Türkiye gibi bir ülkede bir siyasi parti lideri, genelkurmay başkanıyla nasıl siyasi polemiğe girişebilir? Kuvvetler denk değil bir kere, saniyen hakem mevkiinde olması lazım gelen kurumlar hakemlik yerine oyunculuğu tercih ederse eğriyle doğruyu nasıl tefrik ederiz biz? Demokrasilerde siyasilerin hatalarını sandık ödetir diye biliyorduk ama sandığın itibarı da siyasetçilerle aynı derekede. Fransa'da Le Pen küçük bir seçim başarısı kazandı diye bizim medya maydanozlarının demokrasiye duydukları inançsızlığı nasıl zevk ü şevk ile ikrâr ettiklerini ibretle seyrediyor olmalısınız. Tartıştıkları şeye bakınız: "Le Pen"in Türkiye'deki muadili, olsa olsa hangi parti olur?" Parti adı vermek kolay değil ama bir yığın medya kuruluşunun ismini bir çırpıda saymak mümkün vallahi.

"Biz vaktiyle işe vaziyet etmeseydik Türkiye'de de Le Pen'ler iktidara gelirdi" tafralanmalarının da çekilir tarafı kalmadı artık. Sandık başındaki toplumu, gönlünü "ya davulcuya, zurnacıya..." kaptıracak kadar ağzı açık ayran delisi sayanlarla siyaset tartışmak zor. İlham Fransa'dan geldiği için pek makbul addediliyor: "İki dereceli seçim sistemine geçelim" buyuruluyor. On iki turlu seçim olsa ne mânâ ifade eder ki, seçilenler neticede fiilen idare etmesine tahammül gösteremedikten sonra...

Artık kabul edelim; Türkiye'yi bilfiil idare edenler demokrat değil. Bu ülkede "güçler ayrılığı" prensibine göre gücü birbirlerine karşı kağıt üstünde dengelenmiş kurumlar, birbiriyle "al takke ver külah" muaşakalar ve derin alâkalar içinde. Siyasetçi hata yaparsa hemen kaldırımın kenarına "siyaset sehpası" kurmayı pek seviyoruz ama ülkeyi bilfiil idare edenlerin hataları, devletin kudsiyet perdesi arkasına süpürülerek gözlerden nihan ediliyor.

Türkiye'yi bilfiil idare edenlerin demokrat olmaması, aynı zamanda çağdaş olmadıkları anlamına da geldiği için önemli; halbuki ahdimiz vardı; behemahal muasır medeniyetler seviyesine çıkacaktık. Muasırlık bizim için milli bir misâk hükmünü taşıyor. Bu durumda ülkeyi bilfiil idare edenlerin çağdaş dünyanın itibar ettiği kriterlere nefret beslemeleri trajik bir nükte olarak kalıyor: Çağdaş olsalar artık eskisi gibi idare edemeyecekler, an'anevi pozisyonlarını kaybetmemek için geçen yüzyılın ilk yarısındaki dünyanın değerlerine sığınıyor ve tam aksine alenen nefret ettikleri kişi ve kurumları çağdışılıkla suçlamaya devam ediyorlar.

Siyaset yapmak, konuşmak, düşünmek... Siyasi dehâ ve marifet bu seviyelerde pervaz eylemeyi zül addeder; çaresizliğimiz biraz da ondandır.