Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hiiç komplekse kapılmayacaksınız, aldırış etmeyeceksiniz. Sanki yoklarmış gibi davranacaksınız. Yok değiller elbet, varlar fakat mevcudiyetleri, seslerinin ve görüntülerinin kapladığı yere nisbetle trenle sinek gibi bir şey.

Gözünüzün tekini kısıp öyle yukardan bakacaksınız bunlara, görünmez olurlar ve görünmeyince lâ şey haline gelirler.

Kendi aralarında mahalle takımı kurup gazozuna maç yapmak istiyorlarsa onların bilecekleri iştir; seyirci olmayacaksınız, hatta oralı bile olmayacaksınız.

Sizin daha mühim bir meşguliyetiniz var çünkü.

İftara beş dakika kala dünden kalmış pideyi dilimleyip, bir güzel kızartarak orta boy porselen tabağa dizeceksiniz; en alta bir kâğıt peçete koyarsanız sanki daha iyi olacak gibi; ne dersiniz?

Onlar, "Cumhuriyet miadını doldurdu; haydiniz uşak, yenisini kurak" diye birbirlerini gaza getirip entel kanallarının loş stüdyolarında birbirlerine ağlama duvarı olurken siz bir domatesi elinizle ortasından ikiye bölüp domur domur yerlerine ufalanmış iyi kaya tuzu ekerek iki parça halinde tabağa yerleştireceksiniz.

Kenarına iki dal nâne yaprağı.

Beri tarafta birtakım medya cemaati, "Kemalizm asıl şimdi arkadaşlar, hele bir soldan sayın bakalım ki kaç kişiyiz; kim kaç kuruş verirse batmaktan kurtuluruz" diye kâbustan uyanmak için kendi yanaklarını tokatlarken iki dilim beyaz Ergani peynirini domatesle nâne yapraklarının arasına yerleştireceksiniz ama şu kamu kurumu misafirhanelerininin ruhsuz kahvaltı tabaklarında olduğu gibi değil; işe biraz sevgi, biraz ilgi katınız canım. Ramazandayız; iftar sofrası donatmaktayız şurada...

Ekmek, domates, nâne, peynir! Ne eksik?

Bunlardan ba'zıları (burada ayının çatlatılması lâzım fakat eğitimini görmeyenler yapamazlar; neyse, aklınızda bulunsun), evet bunlardan ba'zıları anayasa taslağının tam karşısında yer alıp kora kor bir siper mücadelesine hazırlanırken siz, -hattâ ve hattâ resmen mütekebbir bir edâ ile- gazete kâğıdı üzerine serilmiş sofrayı gözden geçireceksiniz.

Mevsimlerden Ramazan. Koca bir binanın kuytuluğunda tek başına iftar etmek üzeresiniz; topa kalmış on dakika!

Üzerinde "millî" etiket bulunan şeylere uyuz olmakta çarçabucak mutabakat sergilemesiyle tanınan liberallerin hâli ile kaali arasındaki çıkmaz sokakları boşverip kaynamaya başlayan çay suyunun altını kısmanız gerekiyor. Hatırlatmaya lüzum görülmez ki, çayın kurusunu evvela azıcık suyla yıkayıp tozunu gidermiş ve tavlanmaya hazır hale getirmiştiniz. Bırakınız kaynar su biraz yatışsın; sonra miktarını kaçırmamaya dikkat ederek ağır ağır dem suyu ilave edeceksiniz porselen demliğe... Alüminyum mu; o da olur, hatta ba'zıları (ayınla... çatlatarak!) gariptir, on paralık alüminyum demliği, caanım porselene müreccah tutarlar. Güya daha iyi dem tutarmış; garip!

Siz ne örs olmak zorundasınız, ne de çekiç: Ne Kemalist, ne liberal; ne numaralı cumhuriyetçi muhafazakâr bilmemne... Abdestiniz vardı zaten; tazeleseniz iyi olmaz mıydı? Vakit dar, anlıyorum; hani "nûrun âlâ nûr" derler ya... Zaten kaç dakika kaldı ki?

Efendim? Hayır, çorba yok, yemek, tatlı da yok. Daha güzeli var; peynir, ekmek, domates, nâne; fukara sofrası değil efendim; nerdeee?.. Birisi daha olsaydı en azından çok daha iyi olacaktı fakat maalesef. Bugün tek başınıza iftar edeceksiniz. Keşke o da burada olsaydı diyorsunuz değil mi; ne iyi olurdu...

Üşüdünüz; ceketinizi alsanız üzerinize; ceket, kazak, battaniye vakitleri erişti hamdolsun, dün gece bir ara yağmur atmış, fark edemedik.

En yakın televizyon ekranından yüzlerce metre uzakta, hiçbir dinî adaptör ve reseptörün car car edemediği şu mûtena yerde, bakıyorum pek bir huzurlu görünmektesiniz. Sıdk-ı can ile çekilmiş Besmele gibisi yoktur zaten efendim. Seccâde hazır; isterseniz bir yudum suyla orucunuzu açıp öyle durursunuz namaza, isterseniz müteâkiben...

Allah kabul etsin efendim.