Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bu ayın ilk günlerinde refikimiz Bugün gazetesinde sanat tarihiyle ilgili bir haber yayımlandı. Haber, konuya hakimiyetini yakından bildiğim ve tanıdığım gazeteci dostum Tuncay Opçin’in imzasını taşıyordu ve yakınlarda esaslı bir restorasyon geçiren Fatih Camii’nde bir kitâbenin yeniden yazılıp yerine konulması hakkındaydı.

“Fatih Camii’ne kaçak kitâbe” başlığını taşıyan haberin ilk cümlesi, okuyanlarda, “Vay canına bu kadarı da olmaz ki canım!” dedirtecek türden iddialı ve biraz da tartışmalı bir muhtevadaydı: “29 Mayıs 2012’de restorasyonu tamamlanarak ibadete açılan Fatih Camii’nde büyük bir skandala imza atıldı. Hattat Prof. Dr. Hüsrev Subaşı, caminin tarihi giriş kapısı üzerine kendi yazısını kazıttırdı. Subaşı, restorasyon sırasında caminin hatları ile ilgili danışmanlık yapıyordu.”


Tuncay Opçin’in haberinde “Skandal”ın ne olduğunu anlatan ayrıntılar var. Buna göre “Skandal”dan bir şekilde haberdar olan Opçin, kitâbeyi kaleme alan hattatla görüşmüş ve Hattat Hüsrev Subaşı durumu şöyle izah etmiş: “Restorasyon sırasında bu eksikliğin tamamlanması için bilim heyetinden talep geldi. Belirttiğim bilgiler ışığında orada mutlaka bir kitabe olması gerektiği düşünüldü. Biliyorsunuz Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Fatih Camii yıkılmıştı. III. Mustafa döneminde tekrar inşa edildi. Burada bir ihmal olduğunu düşündük ve tamamlamayı uygun gördük. Bir daha el değmez, hazır başlamışken burayı da bitirelim istedik.”

Sözü edilen kitâbe, caminin şadırvanlı avlusuna açılan (Çarşamba cihetine bakan) taç kapıya konulmuş bulunuyor. Kitâbede, pek çok camide numunesini gördüğümüz Nisâ Sûresi’nin 103. Âyetinin “İnne’s-salâte kânet...” diye başlayan son cümlesi yer alıyor.

“Skandal” yorumuna yol açan hadiseyi doğru kavrayalım: Fatih Camii, Hazreti Fatih’in sağlığında, onun emri üzerine 1470 yılında inşa edildi. Evvela 1509’da, ardından 1766’da iki kere büyük deprem hasarına maruz kaldığı için III. Mustafa zamanında neredeyse tamamen tecdîd edildi, yeniden inşâ olundu ve orijinal mimari özellikleri değişime uğradı (Bu konuda İstanbul Müftülüğü’nün web sitesinde oldukça ayrıntılı mâlumat bulunuyor.) 1766’da yeniden inşâ edilirken, tarif ettiğim kapıdaki kitâbe yerinin boş bırakıldığı anlaşılıyor. Bütün selâtin camilerinde mevki itibarıyla bu kapıların üstünde bu veya benzer âyetlerin hakk olunduğu bir kitabe var zaten; bu bir gelenek adeta. Restorasyonu yapan bilim kurulu, işte bu eksikliğin tamamlanması gibi bir düşünceyle kitâbeyi geleneğe uygun tarzda yazdırıp yerine koydurmuş bulunuyor. “Skandal” denilen şey işte bundan ibâret.


İki üniversite mensubu, Opçin’in haberini yorumlarken aleyhte görüş bildirmişler. Prof. Dr. Selçuk Mülayim şöyle diyor: “Olmayan bir şeyi koyamazsınız. Restorasyon kurallarına aykırı.” Yrd. Doç. Dr. Tayfur Erdoğdu ise, “Sanat tarihi açısından yapının orijinalitesini değiştiren bir müdahaledir. III. Mustafa döneminde yapılan camiye müdahaledir. Tamamen işgüzarlıktır. Osmanlı mimari geleneğinde tamir yapılan esere, tamirin yapıldığı yere tamir kitabesi yerleştirilebilir. Ancak Fatih Camii’nde yapılan böyle bir şey değil.” diye itirazını belirtiyor.


Tarihî eserlerin restorasyonunda “dönem katkısı” diye bir kavram var. Diyelim ki M.S. 7. asırda inşa edilmiş bir kilisenin, zaman içinde tahribe uğramasıyla geçirdiği tamirler esnasında geçirdiği değişikliklerin de korunmasını irdeleyen bir kavram bu. Türkiye’de pek çok eserde bir Bizans yapısının daha sonra Selçuklu, Osmanlı, hatta Cumhuriyet döneminde uğradığı ihyâ ve tamir izlerini önemseyen bir yaklaşım.


Konuya soğukkanlılıkla bakalım. Ortada bir “skandal” görmüyorum, bana göre sadece estetik nokta-i nazardan değerlendirilmesi gereken bir

“dönem katkısı” söz konusudur. Fatih Camii’nin orijinal hali hakkında bilgi ve belge çok az. Uğradığı büyük yıkımdan sonra ihyâ edilirken, bütün selâtin camilerinde tekrarlanan gelenek belli ki unutulmuş. Kitabe yerinin boş bırakılması saygı duyulacak bir restorasyon tercihidir ama sonraki döneme dair bir katkı olduğu vurgulanarak, geleneği canlandıran edâ ile taç kapıya bir kitabe ilâve edilmesi, doğrusu hiç de skandal filan değildir. Haberi bu açıdan çok yadırgadım ve üzüldüm.

Bana göre tartışılması gereken asıl mesele, kitâbenin hat sanatı açısından değerlendirilmesi olabilirdi; kezâ, yeni kitabe, sanki eskiymiş havası verilerek kaleme alınıp yerine konulsaydı bu dahi ehlinin tartışacağı bir mesele teşkil ederdi. Bildiğim kadarıyla kitâbenin ketebe kaydı bulunmaktadır (yani kim tarafından hangi tarihte yazıldığına dair kayıt var; sonradan binaya katıldığı belli bir obje sözkonusu). Öyleyse bu kitâbeyi, Fatih Camii’ne Cumhuriyet döneminde hat sanatının katkısı olarak değerlendirmek daha doğru ve yakışıklı bir davranış olurdu.

Skandal ağır kelime; yaraşmamış, olmamış.


Selçuk Mülayim Hoca tenkidinin devamında, “Başka eserlerde de böylesi hatalarla karşılaşabiliriz. Kaldı ki Fatih Camii’nde minareler hatalı restore edildi. 1950 öncesi fotoğraflarına baktığınız zaman minarelerde kurşun külah olmadığını görürsünüz. Caminin minaresinde taş tepelikler bulunur” diyerek bize başka bir hatırlatmada bulunuyor. Eski eser restorasyonunda öyle hatâlarla karşılaşıyoruz ki, doğrusu “skandal” kelimesi, aslında bunlar için reva görülmeliydi. Meselâ bu örnekte, tarihi belge olduğu halde taş minare tepeliklerinin kurşun çatı ile değiştirilmesinden “skandal” diye söz edilmemiş. İlginç değil mi?


Haber yayımlandığı gün, ilginç bir tevafuk eseri, Edirne Valisi Hasan Duruer ve kitâbenin hattatı Prof. Dr. Hüsrev Subaşı ile birlikte Balkanlarda Türkçe konuşan gençlere eğitim hizmeti veren Rumeli Akademi isimli program çerçevesinde Edirne’de, üstelik Selimiye Camii’nin içinde bulunmaktaydık. Hüsrev Bey, son onarımından sonra yarım kubbelerin iç kasnağındaki hüsn-i hatların nasıl aslından uzak bir işçilikle “onarıldığı”nı gösteriyordu.

Ne yazık ki tarihî eserlerimizde onarım hataları, yer yer skandal boyutlarını da aşan derecelere varıyor. Gerek eski hat kuşaklarının onarımında, gerek yeni yazılar ilâvesinde akıl almaz zevksizlikler ve bozukluklar var. Keşke yeni kitâbenin taç kapıdaki yerini almasını eleştirmek yerine, konulan hattın estetik kıymeti hakkında tartışma yapmayı hatırlayabilsek, keşke bütün yanlışlıkları gösterecek veya doğrusunun nasıl yapılacağına işaret edebilecek bir güce sahip olabilseydik. Yüzlerce yanlış örnek dururken, bana göre tamamen doğru bir örneğin “skandal” adı altında mercek altına konulmasını çok yadırgadım.