Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kızılay'ın tam göbeğinde yapılan şarkkârî mitinge mesned olan AB Kararı nedir; metin olarak nedir, kaç satırdır, hangi ifadelerden mürekkeptir, kaç sayfa tutuyor? Ben görmedim, okumadım, o metinde hangi cümle ibârelerin hâlâ hangi mânâyı imâ ettiğini tam bilmiyorum.

Dün sabah evden çıkıp iki buçuk kilo gazete aldım (tarttırdığım için biliyorum); metin yok (Sabah hariç), yorum çok. Gazeteler sadece bu konuda değil, kamuoyunu yakından ilgilendiren kanun, anayasa tâdilâtı, hatta önemli bir beyanatlar gibi kritik meselelerde tam metin yayınlamak usûlünü tercih etmiyorlar. "Yayınlansa ne olur, verak-ı mihr-i vefâyı kim okur, kim dinler" diyeceksiniz; mâzeret değil. Hiç değilse meraklısı olanlar neye niçin sevinmek veya yerinmek gerektiğini bilirlerdi. Metinden kopukluk böyle bir şey olmalı işte; bilgi sahibi olmadan kanaat ediniyoruz. Tartışmayı dedikodudan ayıran ince çizgi.

Anladığım ve yorumlayabildiğim kadarıyla kamuoyuna pompalanan iyimserlik, AB'nin 17 Aralık tarihli bildirgesinin meâli ve rûhu ile uyuşmuyor; son derece ihtiyatlı, ketum, Türkiye'ye hiçbir şekilde heyecan ve sevinç telkin etmeyen bir dil tercih edilmiş. "Bizimkiler hangi maddenin hangi cümlesinden etkilenerek ortalığı velveleye veriyorlar?" merakıyla okudum ve neticede niçin Kızılay'da miting yapılma lüzumu hissedildiğini çıkaramadım.

Hani şu birkaç gündür ballandıra ballandıra anlatılan, "hazırlayın uçağımı dönüyorum" meselesi var ya; acaba bizim başbakanımızı bu kadar çileden çıkaran ifade neydi diye merak ediyor insan; hangi ifadeyi kabul edilemez bulmuş da yerine hangi yumuşatıcı ifade konulmuş? Bana kalsa, "getirin atımı" diyebileceğim en az on-onbeş çok önemli "maraza" ifadesi yer alıyor nihai metinde.

"AB Süreci devam ediyor en azından" diye sevinenler varsa eh, hakkı teslim etmek lâzım; süreç devam ediyor; en azından "Ankara anlaşmasının gerektirdiği ek protokolü imzalamaya hazır olduğumuzu" teyid edip de Güney Kıbrıs'taki Rum devletçiğini devlet yerine koyma sözünü verdiğimiz andan itibaren sürecin devam etmekte olduğuna sevinebilirsiniz.

Sevinenleri ayıplamıyorum ama beni saymayınız; aşağılık kompleksinden midir nedir, iyi anlayamadığım mevzularda kabuğuma çekilip elimi belli etmemeyi ve "somurtuk" durmayı tercih ederim.

Türkiye çok cins bir ülke; tam da iyimserlerin, "Oh be, AB süreci devam ediyor" diye kendilerini mitinge vurduğu esnada Musul'dan garip, tüyler ürpetici, neye ve nasıl yorumlanacağı meşkuk bir haber geliyor. Türk Büyükelçiliği'ni korumakla görevli resmi özel tim görevlilerini taşıyan araç pusuya düşürülüyor, dört emniyet mensubu kurşunlanıp yakılıyor.

Kuzey Kıbrıs'tan vazgeçip AB sürecini "sürdürülebilir" kılmak mümkün, "Irak süreci"ni nasıl idare edeceğiz? O süreci "sürdürülebilir" kılmak için nereleri fedâ etmemiz lâzım? Kaynağı Türkiye'de olup da "sınır aşan sular" kapsamına giren nehirlerdeki su stoklarımızı yönetmek için, aralarında İsrail'in de bulunduğu genişletilmiş bir AB konsorsiyumunun teşkiline rıza göstermek, en azından bir süreliğine Irak'ta görev yapacak resmi Türk görevlilerin can güvenliğini sağlayabilir mi? Sağlayabilir pekâlâ, niçin olmasın? Nasıl olsa uluslarası diplomatik müzakerelerde "tecârib-i kesîre" sahibi olmuş kurt politikacılarımız var; bakarlar bir çâresine!

"Olmadı, elmayla armudu karıştırdın; AB nire, Irak nire" demeyiniz; ya elma, armud dalına aşılı ise?

Kafam karıştı; özellikle şu "AB bir medeniyet projesidir; n'olur bizi de bu dergâh-ı izzetten cüdâ kılmayın" makamındaki niyazlardan nevrim döndü. Bu kafa karışıklığında vaziyeti şöyle özetleyebiliyorum: Tâviz verdikçe Avrupalılaşıyor, feragat gösterdikçe medenîleşiyor, zagonu genişlettikçe inceliyor ve çağdaşlaşıyoruz.

Siz devam edin ben somurtayım en iyisi.