Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Belki de üzerine çekebileceğinden fazla ağırlık yükleyişimizden olsa gerek haberleşme iklimimizde sözün büyük itibar kaybına uğradığını hissediyorum; en azından benim baktığım yerden durum öyle görünüyor. Kelimelerin içi boşaldı, cümleler fasık; manadan haber vermek yerine, haberi örtmeye ve gizlemeye yarıyorlar. Kendi nefsimize reva gördüğümüz zulümden lisan da nasibini alıyor. Mana ile onun bedenini teşkil eden kelime arasındaki salih münasebet yozlaştı. Söze bir haller oldu; yerlerde, duvarlarda, kitaplarda ve dudaklarda bir yığın kelime leşi. Bu kolektif cürmün mukadder akıbeti haberleşememek.

Sözün izzeti, bedeni ile manası arasındaki salih münasebette aranmalı. Bu hükme itaat edebilen sözün sıhhat ve iffetinden bahsetmek mümkün; manasına ihanet eden kelime fersude, bedenini tekzip eden mana ademe mahkum. Kriz sistemde değil zihinde; teşevvüşe uğramış bir zihni hiçbir kanun ıslah edemez.

Bütün şikayetler demode bugün; söylenmedik hiçbir şey kalmadı ama bizatihi sözün kıymet-i harbiyesi tükendiği için cümlemiz riyakarlıkla gevezelik arasında bir mevkide mesleksiz kaldık. Kıymet hükümlerinin rayici yok; gelenek etnoğrafya müzesinde alçıdan mankenlere giydirilmiş tumturaklı elbiseler kadar vazifesiz.

Sözün çürüdüğü yerde vahşet kanunları hükümferma; gücün lisanı, ahrazları dillendirecek kadar yalın ve etkili. Moda tabirle konuşurken kelimelere fuzuli yere eziyet veriyoruz; aslında vahşetin lisanını tekellüm edemeyiz; vücut dili dedikleri şey bu olsa gerek; karanlık çağların lisanı bu. Hırsı, ihtirası, öfkeyi, düşmanlığı, fitneyi, şiddeti dillendirmek için kelimeye ihtiyaç yok; vücut, tabii insiyakiyle o lisanı kelimesiz ve cümlesiz de dile getiriyor.

"Makul olmak" zihin iklimimizde geçer akçe olmaktan çıktı; makul olmak ve makul davranmak beşeri boyutun ilk lazımesi; ne var ki "akl"ın, basit bir hesap işlemine indirgendiği yerde mananın kemaliyle makul olmaya çalışmak akla ziyan bir kahır, çekilmez bir eziyet, ömür törpüsü bir keyfiyet.

İnsanın eninde-sonunda kendi boyutuna döner; vahşet devri baki kalmaz; lisan ihaneti affetmez; mana ve kelime ebediyyen birbirinden ayrı kalamaz lakin olan nesillere olur. Bugün "söz"ün yayılmasına aracılık eden her vasıta söze ihanet içinde; yazarın kağıdına düşen mürekkep lekesi milyonlarca kere çoğalıp mananın yerine geçiyor; hatibin sürç-i lisanı fesahattan, belagattan sayılıyor. Amaya amasın demekten geçtik, "şehlasın" demek bile mangal misali yürek gerektiren işlerden oldu.

Sözün fazlaca çıtlatılan sakız gibi çürüyüvermesinden midir ki, "maşeri hafıza" dediğimiz kimyadan mahkum kaldık. Şartlı refleksle terbiye edilmiş mahlukat gibi her sinyalle birlikte topu topu üç-beş günlük hazineye malik zihnimizi beyaza çekiyor ve yeni bir sinyal sesiyle yeni doğmuş sabiler gibi algılamaya sıfırdan başlıyoruz; bugün sadece sıradışı insanlar, siyasetçiler, sanatçılar, mücrimler ve skandala yol açanlar medyatik değil, cümlemiz medyatik olduk. Hafızayı öğütüp unufak eden medya değirmenine ceketin ucunu kaptırdık. Medya alemi, her gün yeni bir dünya inşa etmek için hafızamızı birkaç günlük aralıklarla öğütmek zorunda olduğunu biliyor; sadece hafıza değil toz olup savrulan; kelimeler, kıymet hükümleri ve makuliyet dediğimiz şey de öğütülüyor.

Dünle yarın arasında kelimesiz, sözsüz, hafızasız ve tecrübesiz kaldık. Tuğla kalınlığındaki lugatlerin bütün sayfaları bembeyaz bir boşluktan ibaret. Kelimeler adeta geldikleri yere çekilmişler; karanlık çağların alışkanlıklarıyla idare edip gitmedeyiz.

Encamımız hayrolsun!