Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Anayasamız, laikliğin çerçevesini, "kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı" cümlesiyle çiziyor. Hukuki bir metin olmaktan ziyade romantik üslûbuyla bir destan dibâcesini andıran başlangıç bölümünde yer alan bu ifadeler, Anayasa'nın değişmez nitelikteki 2. maddesindeki atıf üzerine teknik açıdan bir kere daha sağlamlaştırılmış; 2. maddeye göre Cumhuriyet, "... başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti"dir.

Devam ediyoruz; laikliği daha kapsamlı tarif etmeyi deneyen 24. maddenin ruhu, 4. paragraftaki şu cümlede yatar: "Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır". Türkiye'ye mahsus laiklik uygulamasını lâyıkıyla kavramakta güçlük çekenler için maddenin 5. paragrafında laikliğin tarifi veriliyor: "Kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz." Maddenin yazılışındaki Türkçe kakofonisine takılmadan ve canınızı daha fazla sıkmadan bu ifadedeki kanun koyucunun muradını özetleyelim: Din, kamu işlerine karıştırılmaz ve kimse dini kimliğini öne çıkararak siyaset yapamaz. Doğru ve eksik! Laiklik, "kamu"nun din karşısında nötr kalmasını ve dini hürriyetlerin teminat altına alınmasını da öngörmelidir. Aynı maddenin ilk ve ikinci paragraflarında düzenlenen dini hürriyetler, 14. madde ile tahdid edilerek, devletin dine karıştığı ama zıddının tamamen engellendiği bir yoruma gidilmiştir. Anayasa tekniği ve kişinin temel hakları edebiyatı bakımından bu düzenleme çağdaş değildir zira devletin hukukunu öne çıkarırken kişinin hukukunu ikinci plana itmiştir. Psikolojik bir ayrıntı: Anayasa metninde "devlet" kelimeleri daima büyük harfle başlatılırken, "kişi"ler, daima küçük harflerle yazılmıştır; isteyen bakabilir.

Laiklik, "kanunilik" kisvesi altında tanzim edilmiş olsa bile fiiliyatta ve gündelik hayatta, bu haliyle bile laik nizamın, Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçekten temel bir niteliği haline geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Irak krizi sebebiyle sair İslâm ülkeleriyle Türkiye'yi mukayese ederken, laikliğin şahsi hürriyetleri ayakta tutan özelliğini fark ederek övündük; bu haliyle bile laiklik Türk toplumunun bir daha asla vazgeçemeyeceği bir kamu yönetimi aracı olarak toplumun ma'şeri şuurunda kök salmıştır. Laiklik prensibi olmaksızın temel hak ve hürriyetler kullanılamaz, demokrasi eksik ve güdük kalır. Türkiye'nin günün birinde Suudi veya İran benzeri veya Baasçı bir yönetim üslubunu benimseyebileceğini düşünmek Türk toplumuna hakaretten ve güvensizlikten başka anlam taşımaz. Türkiye'nin bundan sonra kat'etmesi gereken merhale, laikliğin çağdaş yorumuna, yani batı ülkelerindeki laiklik standartlarına erişmektir.

MGK Bildirisi'nde en evvel işaret olunan, "devletin temel niteliklerinden olan laiklik ilkesinin önemi ve titizlikle korunması vurgulanmıştır" cümlesi, bu izahat çerçevesinde gerçek bir ihtiyaca cevap vermekten ötede, MGK'nın tayinle gelmiş üyelerinin hükümete karşı soğukkanlı bir mesafe koymak arzusundan başka bir niyetle izah olunamıyor; zira Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliği sadece laiklik değil, aynı zamanda "demokratik" ve "sosyal hukuk devleti" kavramlarıyla işaret olunan kurumlardır. Laiklik, demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri ama tek başına laiklik hiçbir rejimi "demokratik" kılmaz; kezâ "hukuk devleti" haline de getirmez. Laikliğin, demokrasi ve hukuk devletiyle ilgisini kurmak için ayrıca gayret göstermek gerekir ve mârifet de buradadır zaten. Bir sacayağından söz ediyoruz; hiçbir unsurundan vazgeçilemez bir sacayağı; tek başına hiçbirini önemle vurgulamak anlamlı değildir. Cumhuriyetin, şerhini yukarda yapmaya çalıştığımız anlamıyla Anayasa'da tasvir olunan bir laiklik kavrayışıyla tarif edilmesi, "çağ"dan, çağdaşlıktan yani dünyanın yaşadığı şimdiki zamandan kopmaktır. Eğer bu vurgu çok gerekli idi ise, MGK'nın "sacayağı"nın bütün unsurlarına vurgu yapmasını beklerdik ve böylesi daha mânidar olurdu.

Garibiz; "okul" kavramından tehlike, kadının toplumsallaşmasından tehdid anlamları sezerek etrafımızda yeni dünyalar kurulurken spazm üstüne spazm geçirmekteyiz. Okulları kapatalım, kadınları eskiden olduğu gibi eve hapsedelim, Avrupa'daki Türklerin sivil toplum teşkilatlarını da dernekler masasına bağlayalım; istenen bu mudur?