Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Şimdi nasıl tarif edilir doktor; meselâ bakkaldan bir şişe su alıyorum içmek için, kapağını açıyorum, bir yudum alıyorum sonra kendi halimi düşünüyorum; diyorum ki bu şişedeki su temiz, içilebilir nitelikte...

Peki ben şu su kadar olsun güvenilir miyim, iyi miyim, temiz miyim? Anlatabiliyor muyum doktor? Mesele bu işte. Diyelim gazete bayiinden kağıt mendil alıyorum, adamcağıza para veriyorum, mendilimi alıyorum ama hemen o anda sanki büfeci arkadaşı kazıklamışım, aldatmışım gibi hissediyorum kendimi. Sanki kirlenmiş gibi, kirletmiş gibi. Ellerinizden öper altı yaşında bir oğlum var, artık söz dinlemeye başladı, kendini hayli toparladı. Tatil günleri gezmeye parka, şuraya buraya gidiyoruz. İçimden diyorum ki, ben de şuna vaktiyle babamın yaptığı gibi nasihat vereyim, iyiyi kötüyü anlatayım, bak çocuğum diyorum, yere düşen bir şey kirlenir çünkü sokakta yürüyoruz. Bunun mikrobu var, virüsü var... Peki babacığım bir daha yapmam deyince çocuk alıyor beni bir pişmanlık. Yahu diyorum kendi kendime, sen sanki matah bir şey misin ki el kadar çocuğa nasihat veriyorsun?

Kendimden memnun değilim doktor; berbatım. Dışardan bakılınca her şey çok güzel görünüyor. İyi bir işim var; gelirim piyasadaki pek çok meslektaşımı kıskandıracak seviyede, mutlu bir evlilik yaptım, eşimle iyi anlaşıyoruz, hatta kaynanamla bile ana oğul gibiyizdir, eşim de annemi çok sever sayar. Geçenlerde arabayı değiştirdim yine; görseniz binmeye kıyamazsınız, müthiş bir şey; iki günde bir yıkatıp cilalatıyorum, bir sürü aksesuar taktırdım. Evimiz kira ama dert etmiyorum, istediğim zaman alırım krediyle. Kitaplarım var evde bir oda dolusu, plak hastasıyım plak biriktiririm, pul biriktiririm, ara sıra ava giderim arkadaşlarla birkaç gün; dağda kamp yaparız. Anlayacağınız hayatım başkalarını imrendirecek kadar yolunda. Hatta inanmazsınız geçenlerde arkadaşın biri adıma at yarışı oynamış, geldi parasını istedi, verdim; iki saat sonra 40 bin küsur lira para kazandığımı öğrendim, sevinemedim bile... Anlıyor musunuz; hayır anlamıyorsunuz! Bana da birisi işte böyle böyle dese anlamam, oğlum sen belânı mı arıyorsun derim. Kurbanın olayım doktor, yaptığım hiçbir şeyden lezzet alamıyorum. Maneviyatım da iyidir ha. İki sene önce hacca gittik görevli olarak ama neticede hem görevimizi yaptık, hem hacı olduk. Annem mesela her gün bir cüz okumadan yatmaz, babam bizi serseri yetiştirmedi, dini vecibelerimizi öğretti. Hacdan bahsediyorum, orada öyle güzel duygularla doldum ki, yav dedim dönmeyeyim, kalayım buralarda fakat çoluk çocuk mâlum işte. Yani benim hayatımda manevi bir gedik de yok. Kötü alışkanlığım nedir, işte ara sıra arkadaşlarla piyango bileti, loto filan oynarız, gençken biraz serserilik ettim ama öyle büyük kabahatten sayılmaz.

Kendime soruyorum mesela, oğlum sen nerede hata yaptın; niçin hayatın gofret gibi tatsızlaştı. Bazen diyorum ki bana birisi büyü mü yaptırdı filan... Hemen sonra, yok deve diyorum, sana kim ne diye büyü yaptırsın? Ortaokulda bir kız arkadaşım vardı, birbirimizi kardeş gibi severdik. Bir gün ona demiştim ki ben seni büyüyünce alacağım. Acaba diyorum o kızın âhı mı tutuyor beni? Saçma olduğunu biliyorum ama ne yapayım, böyle işte! Mesela dün sabah kalktım, dedim ki oğlum bak, bugün neler yaptığını deftere yaz, akşam salim kafayla oku, değerlendir. Nitekim yazdım, akşam evde yemekten sonra oturup birbir okudum. Yok doktor yok. Size de okuyayım isterseniz. Bakın, sabah kahvaltı yapıp çıkıyorum, yolda birbuçuk saat trafikteyim. Aslında sinirlenmemem lazım, köprüde yanlış şeride girmişim, çıkana kadar akla karayı seçiyorum. Şirkete geliyorum. Arabayı nizamiyedeki çocuklara veriyorum, onlar kapalı garaja çekiyorlar. Güvenlikten geçip asansöre biniyor, ofisime geliyorum. Gündelik işleri gözden geçiriyoruz arkadaşlarla, kim nereye gidecek hangi haberi kovalayacak, yayın akışında neler var filan. Sabahları onla oniki arasında dertli ev hanımlarının yayın misafiri olarak katıldığı bir programımız var; aslında illet oluyorum ama çok tutuluyor. Ben seyretmiyorum şahsen, elimden gelse eğitim konulu belgesel filan koyacağım, olmuyor. Bu televizyonculuğun nasıl bir iş olduğunuzu bilemezsin doktor. Yayını ikide bir reklamlarla kesiyoruz, şirket para kazanacak tabii. Rezalet, resmen toplumu aldatıyoruz. Ordan haber kuşağı geliyor. Kırk defa diyorum montaj masasındaki çocuklara; yav şu haberlere müzik koymayın, müzikli haber olur mu arkadaşlar, BBC'de var mı, CNN'de var mı? Biz nerdeyse Meclis haberlerine bile çiftetelli efekti ekliyoruz. Nerede kötü haber var, onları ayıklayıp sıralıyoruz; cinayet, tecavüz, kapkaç, yolsuzluk. Haberlerden sonra ciğeri beş para etmez ne kadar kötü film, klip varsa onları veriyoruz yayına. Akşam haber kuşağında nasıl gündem yaratacağız diye kafa kafaya verip saatlerce fitne-fücur düşünüyor, bülteni ona göre biçimlendiriyoruz. Tartışma programlarında birbiriyle kapışacak adamlar koyuyoruz yayına. Sonra o hayatta en nefret ettiğim herifin türkülü şov programı başlıyor. Adamı görünce tüylerim diken diken oluyor lakin aldığı parayı bilsen kendinden nefret edersin doktor. O bitiyor maç yorumları programı başlıyor. Yemin ediyorum doktor bir gün pompalıyı kapıp bu herifleri canlı yayında stüdyodan kovacağım, öyle sinir şeyler. Programdan önce kimin kime ne kadar hakaret edeceğini planlıyorlar hep birlikte. Gece yarısı akışına gelince biraz adam gibi şeyleri yayına verebiliyoruz. Kaliteli filmler, belgeseller, güzel konserler filan. Şimdi söyle doktor ne yapmışım akşama kadar, işimi yapmışım ama mutlu değilim. Niçin değilim?

Efendim?.. İşimi değiştirmeyi hiç düşündüm mü? Yoo niye düşüneyim ki doktor, fıstık gibi işim var benim... Artık düşünmeye başlasam iyi olur diyorsunuz? Öyle yapmasak da siz bana iğne ilaç filan yazsanız... Olmaz mı? Tüh! Ben de muskacıya gideyim bari; şahit olun, tıbbı denedik fos çıktı işte. Neyse hadi bana müsaade doktor!