Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlk körfez harekatı esnasında Irak ordusu, biraz da başedemeyecekleri askeri teknolojinin kahredici ağırlığı altında kolayca dağılıvermişti.

ABD'nin iki yıl önce Irak'ı işgal etmesi esnasında bazı Şii yerleşim yerleri dışında ciddi bir direniş görülmedi. Irak'ın en profesyonel savaş gücünü teşkil eden ordusu, kağıttan bir kaplan gibi kolayca buruşturuverilirse, o ülkede yıllar boyu devam edecek bir sivil direnişin vücut bulacağını tahmin edemezdik. Hele Bağdat'ta devrilen Saddam heykelini plastik terlikleriyle döven Iraklıların görüntülerini hatırladıkça, Irak'tan gelen direniş, suikast ve canlı bomba eylemlerini kimlerin yaptığını anlamakta zorluk çekiyoruz. Kağıt üstünde bu eylemleri kimlerin yaptığı sır değil: Kürtler, Irak'ı işgal eden ABD güçleriyle dayanışma halinde, Şiiler Irak'ın normalleşmesiyle birlikte demokratik usullerle iktidara geçeceklerinden emin oldukları için direniş eylemlerinden uzak duruyorlar. Bu durumda geriye sadece Sünnî Araplar kalıyor. Irak ordusunu birkaç saatte safdışı bırakan işgal güçleri, iki seneden beri Irak'ta hayatı cehenneme çeviren şiddet eylemlerini önleyemiyorlar.

Bu kirli politika tarzının konu mankeni şimdi Sünni Araplar mıdır?

Irak'tan gelen şiddet eylemi haberleri artık kanıksandığı için yavaş yavaş görünmez hale gelse de ortada şaşırtıcı bir durum var: Varlıkları önceden kestirilemeyen eylemciler, işgal güçlerinin Irak'taki varlığını meşrulaştırdıkları gibi, ortalığı toza dumana bulayarak Irak'ın istikrarsızlaşmasına ve birkaç merhale ötesinde parçalanmasına hizmet ediyorlar. Bu eylemciler, aynı gözüpekliği vaktiyle Saddam rejimine yöneltmiş olsalar yönetimi değiştirebilirlerdi. Ne var ki onların varlığını ve etkisini kimse öngöremedi. İşgal tamamlandıktan sonra ortaya çıktılar ve neticede Irak'ta olup bitenleri sislemekten başka bir şey yapıyor sayılmazlar.

Terörü hep büyük güçlere ve hükümetlere karşı küçük muhalif grupların asimetrik mücadele biçimi olarak algılıyoruz; kitaplar öyle yazıyor, bilim adamları ve politikacılar böyle söylüyor ama bu gibi hakim kanaat baskıları altında terörün bir başka kullanışlı tarafı gözden uzak kalıyor. Olup bitenleri kavramakta zorluk çektiğim için kendime sorular soruyorum: Terörün asimetrik tabiatını, hükümetler çapında büyük organize güçler kullanmaya kalkışırsa ne olur? Varlığını ancak mücadele etmek zorunda kaldığı terör eylemlerinin varlığı ile tarif edebilen bir güç, kendi meşruiyetini inşa için terörü kötüye kullanabilir mi? Önümüzdeki yıllarda terörün yükseleceğini öngörenler, tahminlerinin isabetli çıkmasını garantiye almak için bizzat işin yapımcılığına girişebilirler mi? İstihbarat örgütleri ve karşı terör birimleri ellerindeki imkanları ve birikimleri seferber ederek neredeyse kusursuz ve elegeçirilemez bir terör örgütü modeli ortaya çıkarabilirler mi?

Bu sorulara ben, "pekâlâ mümkün olabilir" cevabını veriyorum.

"Müslümanlar terör yapmaz, bana Müslümanlar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" kabilinden ahmakça bir müdafaa gayreti içinde değilim, bu konudaki ölçüm, kasden ve nâhak yere cana kasdeden Müslüman'ın o andan sonra imânen Müslüman kalamayacağıdır. Yerdeki karıncayı ezmemek için yolunu değiştiren bir takvâ anlayışının, ölçülerini kaybedince besmelesiz adam boğazlayacağını kabul edenlerdendim.

Terör, dün de mâsum bir kavram değildi; bugün mâhiyetini bile anlamaya imkân olmayan çok ağızlı, keskin bir uluslararası hukuk kavramı haline geldi; dün sûretâ zayıfın silâhıydı, bugün bir politika biçimidir. Büyük devletler silah üretirken ne kadar ahlâklı davranıyorlarsa, savaş ve politika tarzını seçerken de aynı kriterlerle kendilerini bağımlı hissedeceklerdir.

Terör, simetrik dünyanın asimetrik politika aracı oldu; bu kapsam değişikliğinin örnekleri anlamlı şekilde artıyor.