Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Haziran seçimleri, şimdiye kadar yaşadıklarımızın en önemlisi olacak. Bu seçimlerde seçmene, ‘Dört yıl kim hükûmet etsin?’den çok öte, rejim değişikliği hakkındaki fikri sorulacak.

Düpedüz referandum yani!.. AKP’nin şimdiki emanetçi yönetimi bu duruma ne kadar râzı bilinmez ama partinin seçim beyannamesi tek maddeden müteşekkil: AKP’ye verilen her oy, Erdoğanvâri başkanlık modeli için kabul anlamı taşıyacak. Gazeteci değil de sanki sıradan bir partili gibi “Ne yapmalı, ne yapmamalıyız?” sigâsıyla yazmaktan çekinmeyen bazı köşe sahipleri işin çok iyi farkında. Demiş ki birisi: “Yeter ki Uhud’daki okçular gibi ganimet peşine düşüp yerlerimizi terk etmeyelim.” Bu cümlenin altı çizilmeli; kastedilen şudur: AKP, hakiki reisi etrafında kenetlenip başkanlık için yekvücut hareket etmeli ve bütün varlığıyla onun irâdesine râm olmalıyız; aksi takdirde perişân oluruz!

Okçuların yerini terk edip terk etmeyeceği beni pek ilgilendirmiyor doğrusu, fakat muhalefet çevrelerinin bu seçimi hâlâ öncekilerin devamıymış gibi, “diğer seçimlerden bir seçim” gibi görmesini yadırgıyor ve şaşırıyorum. Bir yıl içinde yaşadıklarımız, bundan sonra olacakların tanıtım filmi gibiydi ve muhayyel başkanlığın bir adım ötesini tasavvur etmek için fazlaca hayalgücüne ihtiyaç yok; bu gidişatın sonu, muhalefeti bile lüzumsuzluk sayan bir otoriterleşmeye saplanıp kalmaktır.

Bu seçimlerin muhalefet için anlamı şu: Yeni rejimde demokratik muhalefetin varlık sebebi ve lüzumu sorulacak seçmene; buna mukabil muhalefet, alışageldiği tarzda davranıyor ve konforunu bozmamakta kararlı. Meselâ bir muhalefet sözcüsü şöyle diyor: “Genel başkanımız, Erdoğan nerede miting yaparsa orada miting yapacağımızı vaat etmişti, işte şimdi bu sözümüzü tutacağız vb…”

Erdoğan anayasa yemininin tam aksine hâlâ parti genel başkanı gibi partisine oy isterken ona verilecek tepki, “Senin konuştuğun her şehirde ben de konuşabilirim” den daha farklı bir şey olmalı; bu tavır sadece Erdoğan’ın girdiği anayasa ve teâmül dışı siyasetin aklanması, meşrûiyet kazanması anlamına gelir; kezâ parlamenter sistemin can çekiştiği şu kritik günlerde, sanki her şey süt limanmış gibi Meclis faaliyetlerine alışıldık minvâl üzre devam etmek, kahvelerde sempatizanlarla tavla atmak, Meclis bahçesinde kardan adam yapmak, grup toplantılarında Erdoğan’a cevap yetiştirip üst perdeden atıp tutmalar da aynı cümleden bana göre.

İsmet Paşa’nın meşhur tabiriyle muhalefet, bugünlerde en az iktidar kadar cesur davranmak zorunda. Grup ortamında havaya savrulan kabadayıca cümlelerin cirmi ve hükmü yok; işin daha fenası, bu cümlelerin ardında hakikaten iktidar olmak ve bir iktidar alternatifi teşkil etmek gibi bir arzu da sezilmiyor; bulundukları yerden ve oy yüzdesinden memnun görünüyorlar; muhalefet sıralarını doldurma konforuna karşılık, iktidara meşruiyet bahşetmek!

Peki ya küçük de olsa bir iktidar ümidi? Hafazanallah!

HDP’yi muhalefet partisi saymadığımı belirtmeye gerek var mı? HDP, konjonktür itibarıyla AKP’den daha muktedir ve ne yaptığını bilen bir heyet olarak ötekilerden ayrıştı. Çözüm sürecinde AKP’yi ters ayak üstünde yakalayan ve kontrpiye’de (contre-pieds) bırakan HDP, diğer iki partinin siyasette artık belirleyici olamayacağını gayet net değerlendirebiliyor.

Muhalefetten beklediğim, -parlamenter rejimi de geçtik- temel hak ve hürriyetler için, hukuk devleti ve demokrayi korumak için varlık sebebine uygun davranışlar sergilemesi. Kimselerden, ‘Hizmet hareketine adaletsiz davranılıyor, onu desteklemeliyiz” demesi beklenmez, tam aksine ülkenin geleceği ve hukuk devleti için, evlatları için gerçekten bir şeyler yapmaları beklenir. Türk seçmenine, bu seçimlerde neyle karşılaşacağını haber vermek ve onu uyarmak muhalafetin varlık sebebi ve asli görevidir. [email protected]