Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Seyrettiğiniz eski filimlerden birinde bu sahneyi mutlaka hatırlarsınız: Bir alana kare şeklinde sıralanmış askerî birliklerin tam ortasında bir asker kişi hazırolda beklemektedir. Subaylardan biri öne çıkar ve elindeki kağıdı yüksek sesle okumaya başlar. Kağıtta, adı belirtilen (ve orada esas duruşta bekleyen) kişinin işlediği suç sebebiyle rütbelerinin söküleceği belirtilmektedir.

Sonra trampetler çalar. Görevli subay sert adımlarla suçluya yaklaşır ve daha önce terzi tarafından dikişleri gevşetilmiş olması gereken rütbeleri tutarak söker.

Çok dramatik bir andır bu.

Eğer bu uygulamayı siz de dramatik buluyorsanız "iyi haber"i verebiliriz. Anayasa Mahkemesi geçenlerde bir karar alarak, bundan böyle erbaşlara topluluk önünde rütbe sökülmesi cezası verilmesinin işkence kapsamına girdiğine hükmetti.

Nasreddin Hoca'nın "çarşıda bir tepsi baklava götüren adam" fıkrasında olduğu gibi "sana ne, bana ne" diyeceksiniz değil mi?

Öyle değil, biraz sabrediniz lütfen

Kararı okuyunca aldı beni bir düşünce...

Meseleye iyimser nazarla bakarsanız bu karar da sevinmeyi, geleceğimiz için ümitvar olmayı gerektiren güzel bir bakış açısını hemen görebilirsiniz.

Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararında deniliyor ki, rütbenin geri alınması cezası (yani halk arasında rütbe sökmek diye bilinen uygulama) bu şekilde infaz edilirse, aynı zamanda cezalının teşhir edilmesi sonucunu da doğuracaktır. Halbuki suçlunun teşhir edilmesi, modern ceza hukuku anlayışıyla bağdaşmadığı gibi Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan; kimsenin insan onuruyla bağdaşmayan bir ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı yolundaki ilkeye de aykırıdır.

Hazır lâf açılmışken hukuk sistemimiz içindeki ikili yapıdan bahsetmemek olmaz; malumunuz üzre Türkiye'de asker kişilerin hukuki durumlarını düzenleyen farklı bir yapılanma var. Türk Ceza Kanunu'ndan ayrı bir de askerî Ceza Kanunu, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve elbette ilk mahkeme olarak görev yapan askerî mahkemeler, askerî hakimler ve savcılar mevcut bulunuyor. Bu ikili yapının varlık gerekçesini, askerî hizmetin sair hizmetlerden farklı bir mantıkla yürütülmesi oluşturuyor. Mesela buna göre Askerî Ceza Kanunu'nda yer alan ve milli savunmaya ve ülke menfaatlerine karşı siviller tarafından işlenen suçları işleyen siviller de askerî yargıda yargılanıyor. Kıta önünde rütbe sökmek ise bilebildiğim kadarıyla en az bir asırdan beri sürdürülen askerî bir gelenek idi.

Şimdi bu geleneğe son verilmiş olunuyor. Demek ki bundan sonra rütbe sökme cezası törensiz ve teşhirsiz uygulanacak. Ne var ki Anayasa Mahkemesi'nin kararı sadece asker kişileri değil, sivilleri de kapsayacaktır.

Şimdi beni düşündüren şeylerden birisi şu: Diyelim ki öğretmen bir hafta önce verdiği ödev konusunda öğrencileri yokluyor. Öğrencilerden birisi sırf dalgacılık ve haylazlık sebebiyle ödevini yapmadı ise öğretmeni artık eskisi gibi,

  • Arkadaşınız ödevini yapmadığı için kendisini kınıyor ve ona bir sıfır veriyorum! diyebilecek midir?

Benim anladığıma göre arkadaşlarının önünde ödevini yapmayan öğrenciyi kınayan ve onu notla (veyahut diyelim ki kulağını çekerek) cezalandıran öğretmen, Anayasa Mahkemesi'nin içtihadına ve Anayasa'mızın 17. maddesine göre, eylemi "teşhir" maddesine girdiğinden en azından hoş olmayan bir fiil işlemiş olmaktadır. Kıta önünde rütbe sökmekle sınıfta bir öğrenciyi, arkadaşlarının huzurunda cezalandırmak aynı kapsama giriyor çünkü.

Bir ara vergi ödemekten kaçınan mükelleflerin gazeteler aracılığı ile veya defterdarlık kapısına liste asılarak teşhir edilmesini öngören bir düzenlemeye gidilmişti. Hâlâ geçerli midir bilmem, bu uygulama da artık sona erecek demektir.

Çünkü bakınız Anayasa Mahkemesi, gerekçesinde ne diyor: "Bu kavramın gelişmesi ve yerleşmesi çok uzun bir zaman almıştır. Prangabentlik (pranga cezası), teşhir, boyunduruk, dayak gibi cezaların kaldırılması bu sayede mümkün olabilmiştir. Bu bağlamda, örneğin, işlediği bir suç nedeniyle bireyin dayak, teşhir gibi bedensel ceza ya da muamelelere maruz bırakılması insan onuruyla bağdaşmaz. Keza, aleni infaz uygulaması, suçlunun ıslahını hedef alan modern ceza siyaseti anlayışı çerçevesinde demokratik hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmaz."

Yani "aleni infaz" yok artık.

Misafirliğe gittiğiniz evde, çocuğunuzu uygun bulmadığınız bir hareketinden ötürü tekdir etmeye yeltendiğinizde bir kere daha düşünmenizi tavsiye ederim. Çocuk iki şahit ve bir tutanak ile aleyhinize "redd-i vesayet" davası açabilir.

Gerekçe, "aleni infaz": "Davalı durumdaki annem, beni Ayşe teyze, Gül teyze ve Naciye teyzenin hazır bulundukları apartman sırası toplantısında, bakkaldan şampuan almam için verdiği 20 liranın artakalanını çilekli gofrete yatırmam üzerine acı bir dille azarlayıp bedensel bir cezaya uğratarak teşhir fiilini işlemiş bulunduğundan, davalının durumuna uyan.... maddelere ve özellikle Anayasa'nın 17. maddesine muhalefet suçu ile tecziyesini talep ederim, isim ve imza!"

-...

-Yok canım, daha neler demeden önce biraz daha düşünmenizi tavsiye ederim.