Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dün öğleden sonra CHP Grup toplantısında Sayın Baykal kürsüye geçinceye kadar kafam kazana dönmüş durumdaydı.

Sabahın erken saatlerinden beri haber kanalları bir yandan olayla ilgili detayları aktarırken öte yandan, gözaltına alınan kişilerin ne kadar mağdur, mazlum ve muteber olduklarına dair hayli "canlı röportaj" gerçekleştirdiler.

Meselâ C. Gazetesi'nin kıdemli kademeli yazarlarından C.Ö., sesine bir "tatara titiri" gevrekliği katmaya çalışarak olup biteni şöyle tasvir ediyordu:

-Klasik hikâyeler bunlar!

Ardından, aynı takıma mensup diğer medya elemanları, kamuoyunu baskı altına alıcı replikleri seslendirmeye başlayarak, "söktüremezler, saklanacak bir şeyimiz yok, bir senedir adam topluyorlar, iddianame neredeymiş bakalım" makamından içli, acıklı ve iddialı besteler seslendirdiler. Hani televizyonlara bakıp hüküm verecek olsak, "yuh yani, bu kadar terbiyesizlik de yapılmaz ki canım" diye tepki vermek işten değildi; hele hele gözaltına alınan kişiler için,

-Toplumda yeri ve mevkiileri belli kimseler bunlar, diye beraat karinesi hazırlamaya çalışmaları çok duygulandırıcıydı; "Yahu kardeşim, gözaltına alınanlar hamal, bakkal, tüpçü, balici, mendilci, sucu olsa neyse fakat..."

Hâsılı ahalinin aklı karmakarışık hâle gelmişken ikindiye yakın saatlerde Sayın Baykal grup toplantısında kameraların karşısına çıkarak meselenin gerçek mahiyetine dair önemli ipuçları sergiledi.

Hayret! Durgundu, fena halde keyifsizdi ve nâçiz kanaatime göre siyasi kariyerinin en tutuk, en kötü konuşmasını yaptı. Dava hakkındaki yayın ve yorum yasağı sürmesine rağmen hükümeti, daha iktidara gelmeden önce Ergenekon çetesi senaryosunu hazırlamakla itham ederken cümle kurmakta zorluk çekiyordu. Epeyce hazırlıksız ve alenî bir pürtelâş psikolojisiyle yaptığı konuşmanın en ilgi çekici kısmı, Nazilerin iktidar sürecine yollamada bulunduğu, "Önce papazları tutukladılar, ardından sosyal demokratları, sonra Sosyalistleri ve nihayet sıra bize geldi" sözleriydi.

"Demokratik ülkelerde sabahın erken saatlerinde kapı çalındığında herkes bilir ki sütçü gelmiştir, fakat bugünlerde kapılar çalındığında kimin geleceği belli olmuyor" yolundaki sözleri ise, konuşmasının en parlak nükteli kısmı sayılabilirdi.

Gözaltılara açıktan karşı çıkamadıysa da "etraftan dolanmak" taktiğiyle gelişmelerden hoşnutsuz, tedirgin, hatta endişeli olduğu hemen hissedilebiliyordu.

Liderlerini düşünceli bakışlarla dinleyen parti grubu da neşesizdi; sadece, içinde Atatürk kelimesinin geçtiği bir cümlede liderlerini alkışla desteklemeyi hatırlayabildiler.

İlerleyen saatlerde başka gözaltıların da yapıldığı, şu mâhut iddianamenin hafta sonu mahkemeye intikal ettirileceği haberleri gelmeye başlayınca, konunun hiç de, "klasik hikâyeler bunlar" neviinden politik bir kumpas olmadığı yolunda ciddi emâreler hissedilmeye başlandı. Sayın Baykal'ın deyişiyle "toplumda saygınlığı ile tanınmış" kişilerin, tamamen sade suya tirit gerekçelerle gözaltına alınmış olamayacağı kanaati ağırlık kazanıyor gibiydi sanki.


Dün yaşananlar, o hep bahsedip durduğumuz yol ayrımına hızla yaklaşıldığı izlenimi veren çok önemli gelişmelerdi. Gelecek kuşağın tarihçileri, Baykal'ın operasyon tarihi olarak 30 Haziran'ı 1 Temmuz'a bağlayan tarihin seçilmesini rejim değişikliği gayretine bağlayan sözlerinin ne kadar talihsiz olduğunu belirtirken, "Aa, bir de siyaset bilimi doçentiymiş" diye şaşıracaklardır; eminim.

Dünün tarihi, demokrasilerde herkesin hesap verebildiği bir dönemin başlangıcı olarak tarihteki yerini alırsa demokrasi kazançlı çıkar; Türkiye kazanır ve ümit etmeliyiz ki, bundan sonra sabahın erken saatlerinde kapıları sadece sütçüler çalar!