Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Telefonla konuştuğum kişinin, "Şu an toplantıdayım, sonra ben dönerim sana." dediğini ilk defa duyduğum gün, saf taşralı düz mantığım, gerçeğin aynen bu şekilde olduğunu söylemişti. Adam toplantıdaydı ve toplantı bittiğinde beni yeniden arayacaktı.

Arayıp aramadığını hatırlamıyorum fakat bu cevaptan etkilendiğimi gayet iyi biliyorum. Sonraları, ne zaman aynı klişeyi duysam, o kişinin önemli bir toplantının tam ortasında olduğunu, nezaket gereği benim çağrıma cevap verdiğini, ilerdeki saatlerde işleri seyrekleşince beni mutlaka arayacağını farzettim.

İstanbul'a göçtükten sonra hayretle anladım ve fark ettim ki buralarda hemen herkesin mutlaka önemli toplantıları olmasına rağmen benim hiçbir toplantıya katıldığım filan yoktu. Acaba memuriyetten emekliliğe ayrılmam, böyle birdenbire toplantısız kalmama yol açmış olabilir miydi?

Hafızayı yokladım; yoo, yoktu öyle bir şey. Akademisyenler bilirler, her yarıyıl başında kimin hangi dersi vereceği konusunda bir bölüm toplantısı yapılır, derslerde hangi konulara dikkat etmemiz gerektiğine dair âmirlerimizin beylik öğütleri tekrarlanırdı o kadar. Onun haricinde ne toplantı ne de bir şey.

Bizim de kendimize göre bir meşguliyetimiz olmaz mıydı, olurdu elbette. O zaman, arayanlara meşguliyetimiz her ne ise onu söylerdik saf saf, "Derse girmek üzereyim, yazıyla uğraşıyorum, araç kullanıyorum." veya düpedüz, "Şöyle biraz dinleneyim demiştim, uyuyup kalmışım".

Takdir ediyor olmalısınız ki bunlar hiç de saygıdeğer, şapka çıkarılıp ceket düğmesi iliklettirecek cinsten meşguliyet gerekçeleri sayılmaz; hele hele "Biraz kestiriyordum üzerinize âfiyet" bahânesi ne kadar kaba-saba, ne kadar banâl bir şeydir!

Günün birinde arkadaşla bir çay ocağında yârenlik ediyoruz, telefonu çaldı, arkadaş çağrıya cevap verip biraz dinledikten sonra, "Tamam, anladım; ben şimdi bir toplantıdayım; bitince dönerim ben sana!" deyince donup kaldım.

Demek ki onca zamandır ben de böyle sahte ve resmî bahânelerle savsaklanıvermiştim!

İnsanlar dünyanın her yerinde birini baştan savmak istediklerinde benzer yalanlar uydururlar fakat şu "toplantı" kavramındaki asâlet ve ciddiyete dikkatinizi çekmek isterim sevgili okuyucularım. Bakınız bir taşla kaç kuş birden vurulup kanlar içinde yere düşmektedir: "Ben senin gibi boş gezenin baş kalfası değilim aziz kardeşim; çok önemli işlerim var... Bir toplantıdan çıkıp ötekine yetişmekten helâk oluyorum. O kadar ciddi, o kadar önemli şeylerle uğraşıyorum ki şu senin telefonun tam bir münasebetsizliktir yani!.."

Biz Türklerin toplantı kültüründen ne kadar hissemend olduğumuz ayrı bir fasıl, hattâ muammâdır; bu konudaki bütün tecrübemi birkaç defa katıldıktan sonra meselenin şifrelerini çözüp, "siz sağ ben selâmet" diyerek icabetten yan çizdiğim apartman kat mâlikleri toplantılarına borçluyum. Bilirsiniz bu toplantılarda herkes bir şey söylemek, yapılacak harcamanın lüzumsuzluğu ve pahalılığı hakkında fikir beyan etmek arzusundadır ve bu yüzden en sıradan, hatta konuşmaya değmeyecek ayrıntılar üzerinde bile saatlerce tartışılır ve toplantı mutlaka birilerinin kırgınlığı ile sona erer. Beni uyandıran husus, benim dışımda apartman toplantılarına katılan komşularımın paranın hesabını ve kıymetini benden daha iyi takdir ettiklerine dair sarsılmaz kanaatim olmuştur. Benim param onların parasından daha kıymetli olmadığına göre toplantıya katılıp şahsi haklarımı savunmanın bir anlamı yoktu. Kaldı ki bu peşin fikirliliğim, bizde bürokratik bir kanun derecesinde sağlam ve geçerli "Bir işi sürüncemede bırakmak istiyorsanız komisyona havale edersiniz" hükmü ile uyuşmaktaydı.

Komisyon kavramının Türkçe'de kazandığı kötü anlamları bilirsiniz...

Geçenlerde, genellikle sürücü esnafı arkadaşların takip ettiği bir radyo kanalına takıldı kulağım. Arabesk müzik üzerine uzmanlaşan radyolarımızdan birinin sunucusu, gelen dinleyici isteklerini sıralarken, "Falan semtten bir dinleyicimiz, bir toplantıya girmek üzere olduğunu belirterek parçayı hemen çalmamızı rica ediyor." deyince makaraları tutamadığımı tahmin edersiniz.

Toplantı kelimesi Türkçe'de artık sınıf atlama arzusunu izhar eden bir sembol kavrama dönüştü galiba. Toplantısı olsun veya olmasın, artık herkesin "toplantısı" var.

Adam köftecide yemek yiyor, toplantıda.

Parkta aylak aylak geziyor, o da toplantıda...

Bir otobüsten ötekine koşuşturuyor, arayana "toplantıya girmek üzereyim" diye yalan kıvırıyor.

Siz siz olunuz, bundan sonra size telefonda "toplantıdayım, girmek üzereyim, toplantı uzayabilir" tarzında yakışıklı yalan söyleyenlere inanmış gibi görünmekle beraber, çok büyük bir ihtimâlle atlatıldığınızı biliniz derim ben.

Gelelim, "Ben sana dönerim." lâfına; "Seni tekrar arayacağım."ın suyu mı çıkmıştır? Değil elbette, "Ben sana dönerim.", "Toplantıdayım." bahânesiyle birlikte bir kibar argosuna dönüşmüştür ve size döneceğini vaadeden kişi, -günün birinde "dönse" bile!- size bir businessmann, önemli ve meşgul bir zât-ı muhterem olduğunu ihsâs etmek istemektedir. Böylelerine,

-Dönme kardeşim, sen orada kal; icab ederse ben seni yine ararım! demek ayıp kaçar mı, bilmiyorum ama bunu denemeliyiz.

Bir de, en yakın, en samimi arkadaşını bile iki tuşa basıp doğrudan aramak yerine sekreter aracılığı ile aratan, arattıktan sonra ille de bir miktar bekletip lüzumsuz müzikler dinleten bir moda türedi ki, ilk önceleri kuzu kuzu müziğin bitip arkadaşa bağlanmayı bekledikten sonra saygısızlığı fark edip telefonu kapattığım olmuştur.