Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

En sona bırakılması gerekeni şimdiden söyleyelim; eğer varacağınız yerde belirli bir saatte bulunmanız gerekiyorsa bugünlerde tren yolculuğunu tercih etmek hiç de iyi bir seçim sayılmaz.

Trene en son binmemin üzerinden kaç yıl geçti bilmiyorum ama fena halde göresim gelmişti; o yüzden Ankara yolculuğu görününce, yolların karlı ve buzlu, havaların da soğuk olduğunu hesaba katarak Mavi Tren'e binmeye karar verdik. Hemen internette Demiryolları'nın web sitesine girip biletlerimizi ayırtıp hatta dönüş yolculuğu için Doğu Ekspresi'nin yataklı vagonunda yerimizi de satın aldık. Yıllar önce böyle kolaylıkları hayal bile edemezdik. Trenlerde yer bulmak için ille de "işletme"den bir tanıdığı devreye sokar, olmazsa saatler öncesinden kuyruğa girerek kibrit kutusu büyüklüğündeki sert karton biletlerden edinmeye çalışırdık.

İlk hayal kırıklığı Mavi Tren'in bir saat rötarla istasyona girmesi oldu. "Mühim değil, nasıl olsa yolda tehirini kapatır" diyerek pulmanlı vagondaki yerimize oturduk. Evdekiler, "trendir, belli olmaz, yola tedarikli çıkın" diye meseleyi hayli abartmış olduklarından yanımızda bir manga askeri hin-i hâcette doyuracak miktarda kurabiye, börek, meyve, gazoz, kuruyemiş, hatta şişe suyu cinsinden hayli nevâle vardı; abartıyı burada bırakmadık, yol boyunca vakit geçirip eğlenmek için dizüstü bilgisayar, kulaklıklı müzikçalar, fotoğraf makinesi ve el kamerası da almıştık. Demiryolu işletmesinin tarifesinde vaad ettiğine göre ertesi gün sabah 7 sularında Ankara'da olmamız gerekiyordu; o yüzden bir saatlik tehiri ciddiye alıp keyfimizi bozmadık. Evet, trenler hâlâ eski usul (yani tıngır mıngır!) yol alıyordu ama trenin vaad ettiği konforların bazısı, bırakınız otobüsü, uçakta bile yoktu: Bunların başında canınız sıkıldığında ayaklanıp bir uçtan öteki uca kadar bütün vagonları dolaşmak geliyordu ki uzun yolculuklarda hep aynı yerde oturmaktan ayakları şişenler, bu gezintinin nasıl bir nimet olduğunu iyi bilirler. Buna ilaveten yemekli vagon vardı, çay servisi vardı, cep telefonunun çektiği yerlerde rahatça haberleşebilmek imkanı vardı ve hatta duyduğumuza göre Ankara-İstanbul arasında işleyen trenlerde bedava internet bağlantısı bile sunulabiliyordu!

Bunların hepsi bahâne; treni seviyorduk. Treni herkes sever, çünkü o insanın çocuk tarafına seslenen bir oyuncaktır: Altına demirden tekerlekler takılmış, bütün lambaları pırıl pırıl yanan sıcacık bir evde yaşarken kim seyahat etmeyi istemez?

Uzatmayalım, sevgili trenimiz Ankara'ya sabah 9 buçuk sularında erişebildi ve aynı saatteki randevuya yetişmek mümkün olmadı. Neyse ki cep telefonu diye bir alet vardı ve buluşmayı özür-rica erteletmeyi başarabilmiştik.

Tamam; bu talihsiz bir yolcululuk olabilirdi ama bütün trenlerin gecikeceği diye bir kural yoktu; nitekim aynı gün akşam altı sularında hareket edeceği vaad edilen Doğu Ekspresi'ne yetişmek için apar-topar yarım saat önceden Ankara Garı'nın ikinci peronunda yerimizi almıştık bile. Bu defa tehir filan olmayacaktı ve biz yataklı vagonda bilgisayarımızı açıp DVD seyrederken, musluğundan sıcak su akan lavabosunda elimizi yüzümüzü yıkayıp portatif masasında yolluk nevâlenin hakkından gelerek tıkır tıkır menzilimize doğru giderken bu tatsızlığı çoktan unutmuş olacaktık.

Ne oldu dersiniz; haydi bir tahminde bulunun!..

Haydarpaşa'dan Ankara'ya doğru gelmesi beklenen trenimiz önce bir buçuk saat gecikme ile istasyonu teşrif etti; fazladan bir saat de soğuk trenin içinde beklememizi de üstüne koyarsanız 2,5 saat Ankara ayazında bir güzel üşüdük. Evet, artık acelemiz yoktu, beş saat daha tehir yapsa önemi kalmamıştı ama işletmenin, yolcusunu adam yerine koymayışının öfkesini de bir yerden çıkarmam gerekiyordu; TCDD Genel Müdürlüğü'nde basın müşavirliği görevinde bulunan değerli edebiyatçı dostum Mehmet Aycı'ya sitem etmek için elime geçen bu fırsatı kaçırmadım. Neticede Gar Müdürü Halil Bey'in odasında birbirini takib eden sıcak çaylar ve güzel sohbetlerle trenin kalkış saatine kadar misafir edildikse de bu güzel hatıranın izleri, ancak bir hafta kadar sıcaklığını koruyabildi. (bkz. Basın mensuplarının hediye kabul etmesinin fayda ve mahzurları!)

Peşinen belirtmeliyim ki tren yolculuğunda eskiye göre hayli şey değişmiş; bir defa her yolcuya bedava sunulan Rail Life adlı dergisinde güzel haber, yazı ve röportajlar okuyabiliyorsunuz (Korkmayın, dergi İngilizce değil, Türkçe; bu derginin adından başka her şeyi güzel zaten). Yolcu profilinde kayda değer bir değişim fark ettim. Vagonların çoğu yenilenmiş; tren içi konforu hayli düzelmiş ama gidiş dönüşte tesadüf ettiğimiz yemek vagonları insanın içini karartacak kadar bakımsız, ışıksız ve pejmürde idi; kezâ yataklı vagon kısmındaki kompartımanlarda ise eskiye göre bir gerileme müşahede ettim. Trenlerin eleştirilemeyecek tek tarafı ise fiyatların fevkalade ucuz olması.

Yetkililer, gecikmelerin kış şartlarından kaynaklandığını ileri sürdüler ve belirli yerlerde trenin yavaşlatılması için talimat verdiklerini söylediler; yaz mevsiminde ise gecikmeler yine devam ediyor fakat gecikme sebepleri değişiyormuş; bu mazeretler bana inandırıcı görünmedi, bu itirazlarda sanki, "trendir yahu, büyütülecek ne var; elbette gecikir" cinsinden bir rahatlık ifadesi vardı. Doğrusu bu mazeret tarzı, dakiklik kavramıyla uyuşmuyor; altyapı yetersizliğine, kaynak darlığına rağmen tren seferleri vaad edilen saatlerde yapılabilir ve yapılmalıdır; bu arada gecikmelerde yolcuları bilgilendirecek daha sağlıklı bir usul bulunması ise şart görünüyor, çünkü istasyon içinde yapılan anonslar, aşırı gürültü yapan jeneratör vagonları yüzünden işitilmemekte.

Yine de trenle yolculuk yapmanın güzel tarafları, tatsızlığından fazla. Eğer aceleniz yoksa size yine de treni tavsiye ederim. Treni tercih ediniz ve sonra karşılaştığınız aksaklıklardan yüksek sesle yakınıp sağa sola şikâyet mektupları gönderiniz ki mahalle, -pardon- kamuoyu baskısı oluşsun ve Ankara'nın batısında varlığını duyduğumuz tren konforu, Ankara'nın doğusundaki hatlarda da görülebilsin.

...

Kusura bakma Mehmet Aycı dostum; üç bardak sıcak çayın hatırasına hürmetsizlik etmek istemezdim; borcum olsun!