Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Biz Türkler mimarlık tüketen bir topluluk değiliz henüz; vaktiyle öyle olduğumuz anlaşılıyor ama. Benim bu basit hakikatle tanışmama sebep olan adam, Mimar Turgut Cansever olmuştur.

Hafızam beni yanıltmıyorsa Turgut Cansever Hoca ile 1994 veya 95 yılında Sivas'ta tanışmıştık. O günün Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, şehir merkezindeki tarihî sit alanının düzenlenmesi için Turgut Bey'i ve Mimar Numan Cebeci'yi Sivas'a davet etmişti. Tarihî Kongre Binası'nın salonlarından birinde düzenlenen atölye (workshop) çalışmasına davet edilmem, mimarlık ve mimar hakkındaki fikirlerimin ete kemiğe bürünmesi bakımından bir dönüm noktası oldu; bu iki kıymetli fikir ve kültür adamını tanımış olmaktan büyük saadet duydum, ufkum açıldı, çok şey öğrendim.

Turgut Cansever'in mimarlığı hakkında fikir yürütebilecek durumda değilim; meselenin o cihetini meslektaşları lâyıkıyla yapıyorlar ve yapacaklardır. Turgut Bey'in "fikir adamı" tarafı, zannımca mimarlığı ile rekabet hâlindedir. Klasik çizgiden gelen Türk mimarlığının, aynı zamanda İslâm-Türk düşüncesinin çok kayda değer bir tezahürü olduğu konusunda Turgut Bey mühim tezlerin sahibiydi ve bu tezlerini muhtelif kitaplarında etraflı şekilde ortaya koymuştu; bu fikir çığırının halefleri durumundaki mimarlar tarafından geliştirileceğine şüphe etmiyorum.

Mimar ve fikir adamı gibi iki nadide sıfatı üçüncüsüyle, en az onlar kadar değerli ve nadide bir başka zâtî sıfat olan düzgün karakter metânetiyle taçlandırabilmiş olmasının önemi fevkalâde mühimdir. Mimarlık ve fikir adamlığı gibi sıfatlar, Turgut Beyin eyninde, yüksek karakter güzelliği ile imtizaç ettiği için şâhâne bir terkip yapıyordu. Karakter meselesini çoğumuz, fikrî ve ideolojik meselenin ardında buğulu bir fon gibi tahayyül etmekle yanlış yapmışızdır: Karakter güzelliği ve metâneti, her iki dünyaya lâyıkıyla hizmet edebilmenin ilk, temel ve en büyük lâzımesidir.

Geçtiğimiz Kurban Bayramı'nda ağır hasta olduğunu öğrendiğimiz Turgut Bey'i Beşir Ayvazoğlu ile evinde ziyaret ettiğimizde, tam şuur hâliyle bulanıklık arasında tutunmaya çalışan sevgili Turgut Hocamızın her zaman şefkat, anlayış ve nezaketle parıldayan gözleriyle bizlere âdeta "hoş geldiniz" diyebilmesi artık unutulmaz bir hâtıradır. Değerli eşi ve kızının ifâdesiyle Turgut Bey, ağır hastalığının her deminde insanlığına ve İslâmlığına tutunmayı bir an ihmâl etmeyerek en güzel eserini, yani hayatını şerefle, onurla tamamladı.

Sadece büyük bir mimar ve fikir adamı değil, aynı zamanda her hâliyle evlatlarımıza örnek gösterebileceğimiz güzel bir insanı âhirete uğurluyoruz. Cenab-ı Hak sırrını takdis etsin, mağfiretini esirgemesin. Hepimizi başı sağolsun.

Er kişiydi: Turgut Hocamızı asla unutmayacağız.

AKLINIZDA BULUNSUN: SİNE-İ MİLLET SERGİSİ

Son günlerde iki kültür hadisesini çok önemli bulduğumu belirtmek isterim; bunlardan ilki, aralık ayında açıldığı hâlde ancak birkaç gün önce gezme fırsatı bulabildiğim Sine-i Millet sergisi, öteki ise Naima Tarihi'nin günümüz alfabesiyle tertib edilmiş tam baskısının yayınlanmasıdır.

Sine-i Millet sergisi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı'nın önderliğiyle aralık ayında açıldı ve 23 Mart'ta sona erecek. Bu serginin yeri, İstanbul'un en kolay ulaşılabilir ve en kalabalık meydanındaki Maksem binasında. 1730'lu yıllarda Padişah I. Mahmut tarafından Beyoğlu yakasının su ihtiyacını karşılamak için yaptırılan ve suların toplanıp mahallelere taksim edildiği yer anlamına gelen Maksem'de, iki yıl önce Cumhuriyet Müzesi hâline getirmek maksadıyla çalışmalar başlatıldı. Sine-i Millet sergisi, Tanzimat Fermanı'ndan başlayarak 1950'li yıllara kadar süregelen "demokratik katılım" gayretlerinin hikâyesini anlatıyor ve belgelerini göz önüne seriyor. Bu tarihî ve fantastik binada sergilenen materyali inceleyince, Türkiye'de halkın yönetime katılma gayretlerinin ve demokratik tecrübenin hiç de azımsanmayacak bir geçmişi olduğunu insan biraz şaşırarak fark ediyor. Şaşırıyoruz çünkü, okul kitaplarında yer alan bilgilerin gözle görünür belgeler hâlinde sergilenmesiyle kitabî mâlumatımız, yaşanmış tecrübeye dönüşüyor ve anlıyoruz ki genç Türk demokrasisine reva görülen askerî darbe ve müdahaleler, aslında hiç hak etmediğimiz şeylerdir.

Bu toplumun önüne defalarca seçim sandığı konulmuş ve her defasında bu toplum siyasi rüşdünü ortaya koymuştu.

Sine-i Millet sergisi sadece üç hafta daha gezilebildikten sonra kapanacak; bu bakımdan görmemiş olanların elini tez tutması iyi olacaktır. Ne var ki gönlüm, arayı çok daha fazla uzatmadan bu serginin farklı bir versiyonla sürdürülmesini arzu ediyor. Demokratik sürecin kesintiye uğramasına dair belgeleri, hatıraları, materyalleri ve görüntü malzemesini aynı tarzda gözler önüne serecek böyle bir sergi, -diyelim ki "Sine-i Millet II: Darbeler ve Darbeciler" adı altında düzenlenirse, ilkinin mânâsını tamamlayacak ve demokrasi kültürümüzün sağlamlaşmasına destek verecektir.

Günün birinde mutlaka ama!

EFSANENİN DÖNÜŞÜ: NAİMA TARİHİ ARTIK ERİŞEBİLECEĞİMİZ UZAKLIKTA BİZİ BEKLİYOR

Osmanlı'da klasik tarihçilik ekolünün en parlak zirvelerinden Naima Tarihi, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlandı; bu baskının diğerlerinden çok önemli bir farkı var: Naima Tarihi, kaleme alındığı günlerden bu yana ilk defa bugün kullanmakta olduğumuz alfabe ile tam metin hâlinde okuyucunun eline ulaştı. Önceki baskılarından bir kısmı asıl üslûbundan fedâkârlık edilerek sadeleştirilmiş, bir kısmı tam metinden fedâkarlık edilerek kısaltılmış yayınlardı ve bu yüzden meraklısının, bu paha biçilmez tarihî ve edebi metne "dokunması" bir türlü mümkün olamıyordu. Prof. Dr. Mehmet İpşirli, takdir ve minnetle anılması gereken bir himmetle Naima Tarihi'ni okuma-yazma bilen herkesin erişebileceği bir metin hâline getirdi.

Ne var ki Türkiye gibi bir ülkede "okuma-yazma" bilmek, her metne erişmeyi mümkün kılıyor da metnin içine nüfuz etmeyi, hatta onun rûhuna dokunmayı mümkün kılmıyor. Kestirmeden ifade etmek gerekirse değil gazete okuyucusu, pek çok doktora talebesinin bile Naima Tarihi'nin yeni neşrini yüzünden okuyup zevk alması maalesef mümkün olmayacak. Bir yabancı dil öğrenmek için aylar, yıllarca kursa gidip dış ülkelerde birkaç yıllık gurbetliğe tahammül eden okur-yazar takımımız, kendi lisanının inceliklerini öğrenmek için nedense en küçük zahmete katlanmayı bile ar bildiği için "Tarihî Türkçe", az sayıdaki erbâbının gönlünde, dilinde ve kaleminde yaşayan bir tarih hâtırası olmaktan öteye geçemiyor. Naima Tarihi, sair popüler tarih kitapları gibi üç beş günde bilmem kaç baskı yapacak, birkaç saat içinde sular seller gibi okunup bitirilecek bir eser değil. Tabir caizse Naima Tarihi, sıradan tarih okuyucusu için demir leblebi ama ne çıkar. Artık, "baskısı yoktu ki üzerine eğilip anlayabilelim" mazereti ortadan kalktı.

Türk Tarih Kurumu, varlık sebebine uygun, pek yerinde bir yayınla alkışlarımızı hak ediyor; bunun kadar alkışlanacak müjdeli bir haber ise Kurumun, aynen Naima Tarihi gibi yıllardır okuyucuların nezdinde "hem var-hem yok" kararında görünmez hâle gelen Cevdet Tarihi'ni aynı tarz üzre yayına hazırlatmasıdır. Klasik Türkçemizin bu iki mühim eserini kütüphanelerimize kazandıran emek sahiplerinin eli öpülür

Not: (Konu hakkında daha geniş bilgi edinmek isteyenler, Beşir Ayvazoğlu'nun etraflı yazısına <a href="http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=809251">http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=809251</a> linkinden ulaşabilirler)