Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

  1. Yıl nutku görüntüleri hariç tutulursa Atatürk'e ait belgesel niteliğinde film görüntüsü yok denecek kadar az; işte o nâdirattan biri Cumhurbaşkanlığı sitesinde yayına sunulmuş.

2 dakika 19 saniyelik kısa videoda Atatürk, ABD Büyükelçisi Joseph C. Grew ile bir bahçede yan yana görülüyor.

Atatürk'ü merak ve dikkatle dinliyor, seyrediyorum: Çok rahat, irticâlî (dikkat; "irticâî" değil) konuşuyor, söz dizimi "kitâbî Türkçe"ye misâl gösterilecek derecede güzel, neredeyse kusursuz. Söylediklerinin mantık metâneti çok dikkat çekici. "Devlet adamı" vasfı fevkalâde bâriz.

Sonra kafama dank ediyor ki, Atatürk başka bir devrin, başka bir terkîbin adamıdır ve bizim modern vehimlerle tasavvur ettiğimiz kişiyle pek az alâkası vardır; üzerinde "medenî beşeriyet"in telebbüs ettiği şık bir elbise taşıması haricinde kameraya kendinden emin bir edâ ile söz söyleyen kişi "Osmanlı ricâli"ndendir.

Niçin diye soracaksınız: Şundan; bu kısacık videoyu, bu yaz döneminde üniversiteyi bitirmiş gençlerimize seyrettirelim, -ADD'nin önde gelenleri de dahil- yarım sayfalık metinde geçen kelimeleri bilen çıkmaz. Cumhuriyet kuşaklarıyla Atatürk'ün tekellüm ve tasarruf ettiği lisan arasındaki köprüler berhava edilmiştir. Yalın, sade, çıplak bir gerçek: Atatürk'ün lisânını ancak tercümesiyle anlıyoruz. "Sadeleştirilmemesi" gereken metinler de bulunabileceğini kimselere kabul ettiremedik. İşte buyrunuz; ha Atatürk'ün "Nutuk"u, ha Kennedy'nin "Fazilet Mücadelesi"; ikisi de tercüme edilmedikçe gençlere bir şey söyleyemiyor. Cumhuriyet'in eğitim kurumlarında bu lisânı okuyup yazmak için lâakal yüksek lisans olmak üzere doktora seviyesinde uzmanlık bilgisine sahip olmak şart. Öyle mi olmalıydı?

Nergisi'nin müseccâ ve müşkül metinlerinden bahsetmiyoruz; sene -siz bilemediniz- 1931. Türk milleti, seksen sene önce millî liderinin konuştuğu lisandan kopmuş fakat Atatürk'ü sevdiğini, anladığını ileri sürüyor; halbuki bir insanı anlamak, kelimelerini, o kelimelerle ifade etmeye çalıştığı anlam iklimini tanımak ve bilmekle olur.

Bir sivil toplum örgütü, "Türkçemize sahip çıkmak için 100 bin imza" toplamak derdiyle sağa-sola e-mektup yolluyor. "Türkçe Yasası" çıkarılacakmış ve böylece "yabancı dille öğretim, basın yayındaki dil kirliliği, tabelalarda Türkçe vb. konularda yasal güvence sağlanacak"mış. Beyhûde gayret, mânâsız vâveylâ! Atatürk'ün Türkçesi gitti gider, zira vaktiyle Atatürkçülük nâmına canına okunmuş bir lisandır o, "Türkçe değildir, Arab'ın, Fars'ın lisanıdır" diye bıçaklanmamış yeri kalmamıştır. Meraklılarının gözü aydın olsundur. Sadeleştirilmiş metinler, o mevtânın helvası oluyor; âfiyet olsun, yiyin fakat biliniz ki rûhu eksiktir.

Bu ilginç konuşmanın metnini buracıkta vermek isterdim ama birkaç alıntı cümleyle kasdımı belki anlatabilirim; diyor ki Atatürk: "Türk milleti tab'en demokrattır (...) Amerika Milleti'nin, benliğini hissettiği dakikada istinad ettiği, i'lâ ettiği demokrasidir. Amerikalılar bu mevhibe ile mümtaz bir millet olarak beşeriyet dünyasında arz-ı mevcudiyet eyledi (...) Temsil etmekle mübahi olduğum Türk milletinin, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin insani gayesi işte bundan ibarettir."

Meraklıları internetten bulup defalarca seyredip düşünsünler fakat birkaç not: Cumhurbaşkanlığı sitesindeki video linki aksıyor. Hürriyet'teki link daha iyi ama alt bilgilerinde yanlışlık var. Görüntüler Hürriyet'in ileri sürdüğü gibi 1925'te çekilmiş olamaz zirâ (zirâ nedir ağabey?) ABD Sefir-i Kebir'i Joseph C. Grew, Türkiye'de 1927 ile 1932 yılları arasında bulunmuş; zaten Atatürk'ün görüntüsü de bu basit yanlışı tekzib etmekte. Böyle hatalara düşmemek için tarihçi veya "araştırmacı gazeteci" olmaya gerek yok; düz mantık kâfi.

Unutmadan belirteyim; ben Atatürk'ün vecizeleri arasında "Türk milleti tab'en demokrattır" diye bir söz bilmiyordum; şimdi öğrendim ve çok hoşuma gitti. Meclis Başkanı'nın yerinde olsam başta genel kurul salonu olmak üzere -özellikle- bütün grup salonlarına iri harflerle yazdırırdım.

Atatürk ne diyor, muakkipleri (!) ne dâvâdadır; ibret!