Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İç tehditleri bastırmaya yönelik operasyonlar ve ideolojik yörünge düzeltme gayretlerine mâtuf "darbe"ler hariç tutulursa, Kore'den beri Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hep milli sınırlar dışında görev üstlenmesi gerçeğinin altını çiziyorum:

Kore, Kıbrıs, Somali, Bosna, Kosova ve Afganistan'dan sonra Irak'ta yeni görevler üstlenmesine dair tartışmalar, Türk ordusunun yavaş yavaş bir "dünya markası" haline gelmeye başladığını gösteriyor; yeni fonksiyonuna uygun olarak ordunun temel eğitimden taktik ve stratejik hedeflere kadar açılan yelpazede yeniden yapılanması ihtiyacı âşikârdır ve Genelkurmay Başkanı Özkök'ün, 30 Ağustos konuşmasında "yeni konsept ve doktrinler üretilmesi" gerekliliğine işaret eden sözleri bu çerçevede değerlendirilmelidir. Özetle şöyle diyor Orgeneral Özkök: "Yeni dünyada akıl, bileğin gücünü etkisizleştirirken kendi gücünü yüceltmekte, kan ve barut kokusunun yerini bilgi ve itidal almaktadır."

Kendini referans gösteren kişileri hep istihzaya değer bulmuşumdur ama 9 Haziran 2003 tarihli Aksiyon dergisinde "Kalem İşleri" sayfasında yayınlanan, "Muhariplik ruhu ve sosyal bilimler eğitimi birbiriyle bağdaşabilir mi?" başlıklı yazım, zannımca konu itibariyle Türkçe literatürde benzeri pek nâdir özellik taşıdığı için zikre mecburum; konuya zengin bir tartışma boyutu getirebileceği düşüncesiyle bu yazının anafikrini ifade eden satırlarını iktibas etmemi hoşgörüyle karşılayacağınızı ümit ediyorum:

"Bugünün askerliği, dünden çok farklı; buna bağlı olarak askerî eğitim süreçlerinde çoğu gelişmiş teknoloji kullanmayı kolaylaştıran ve doğrudan muharebe ruhuyla ilgisi bulunmayan branşlarda subaylara birikim kazandırılması elbette çok tabii, hatta gereklidir. Türk Silahlı Kuvvetleri bu bakımdan dünyanın örnek orduları arasında gösterildiği gibi pek çok dost ülkeden öğrenci kabul etmesiyle göğsümüzü kabartıyor. Ne var ki yüksek lisans ve doktora eğitimi esnasında hukuk, iktisat, işletme, siyaset bilimi, yönetim gibi sosyal bilimlerde akademik kariyer yapmanın, muhariplik ruhuyla doğrudan ilişkisi olmadığı, hatta tam aksine bu ruhu zayıflatacağı kanaatini taşıyorum. Orduyu yönetenler, ordunun mümkün olduğunca dışa bağımlı kalmadan kendi işini görebilmesi için bu tarz eğitimi teşvik etmiş olabilirler. Muhtemelen haksız bir yorum sayılsa bile, askerlerin iş başa düştüğünde ekonomi yönetimi, para ve finans gibi konularda sivillere muhtaç olduğu, özellikle askerî müdahale dönemlerinde bu bakımdan sıkıntı çektikleri yolundaki söylentiler de bu ihtiyacı hatırlatmış olabilir. Netice itibariyle sosyal bilimler, birden fazla doğru ihtimâlinin her zaman geçerli olduğu, gerçeğin birden fazla çehreyle arz"ı endam edebildiği bir disiplin olduğu gibi, her nevi sonuç hakkında rahatça spekülasyona imkân veren yanıyla öğrencide düşünce esnekliği zemini oluşturmayı hedeflemiştir; keza sosyal bilimlerin 'Hümanist' yani insan merkezli bir karakteri vardır ve bu yönüyle sosyal bilimlerde uzmanlaşmak, öğrencide esasen mevcut bulunan 'muhariplik' ruhuyla zaman zaman çatışma içine girecektir. Sosyal bilimler, hakkıyla tedris edildiğinde öğrencide bir asli karakter halini almaya başlar ve ikinci meşgale, ilkinin yerini işgal edebilir. Diğer yandan sosyal bilimle ciddi surette uğraşmak, seviyesi ne olursa olsun bir 'think tank', yani bir beyin fırtınası faaliyeti sayılır. Yedeksubaylığım süresince bize öğretilen en mühim askerlik prensibinin 'emri mütalâa etmemek' olduğunu hatırlıyorum. Birlikte görev yaptığımız genç muvazzaf subaylarla biz asteğmenler arasındaki en mühim fikri fark, işte bu 'emri mütalâa' meselesi etrafında yoğunlaşırdı. Bu kanaatlerin ışığında ordu mensuplarının, muharebe ruhunu zayıflatabilecek branşlarda ihtisas eğitimi görmelerinin yanlış olduğunu düşünüyorum."

Yanlış anlamak, hiç anlamamaktan daha kötüdür: Orgeneral Özkök'ün konuşmasında çizdiği TSK'nın yeni vizyonunu tarif ederken, "... geniş bir spektrumda görev yapabilecek derecede teşkilatlanmış, beka kabiliyeti yüksek, güvenli ve kesintisiz komuta"kontrol sistemine sahip, yaratıcılık özellikleri ön plana çıkmış, teknolojiyle barışık ve inisiyatif kullanabilen liderlere sahip (...) seçkin bir milli güç unsuru" şeklinde niteliyor. Bu nitelik çerçevesi doğru ve isabetlidir; endişem, yeni konsept uygulamasının zamanla "muharebe" ruhunu zaafa uğratacak biçimde yorumlanabilme ihtimâline dikkat çekmektir sadece.

Zira "yeni dünya düzeni"nde Türk ordusunun yükselen bir "dünya markası" niteliğini kazanmasına çok ihtiyacımız olacak.