Türkiye, "askerî bir cumhuriyet" midir?

Bir süreden beri internet cemaati arasında, "Hindi Cumhuriyeti istemiyoruz" kampanyası aldı yürüdü; diyorlar ki, "devletin adı Turkey değildir, Türkiye'dir; binaenaleyh biz Hindi Cumhuriyeti değiliz" diye posta kutularını şişirip duruyorlar.

E-mektup bedava, klavye başında vatanperverliğin tadına da doyum olmuyor. Eh, haklılar biz hindi cumhuriyeti değiliz, muz (Republic of Banana) cumhuriyeti de değiliz, e, peki ne cumhuriyetiyiz?

Demokratik bir cumhuriyet miyiz meselâ?

Taraf gazetesinin dünkü haberine bakarsanız, vaziyetimiz hayli karışık görünüyor; bu haber bana balıkçıların denizin içini görmek için çinko kovaların dibini çıkarıp yerine cam takarak yaptıkları âleti hatırlattı: Kovayı yarıya kadar suya batırınca ışık yansımalarının görünmez hale getirdiği yüzeyin altını hayli net şekilde gösteriyor.

Devletin derinliklerinde neler olduğunu yüzeye akseden işaretlerden az buçuk kestirebiliyorduk; bu haberle devletin derûnunu gördük. Haberin başlığı şöyleydi: "Genelkurmay'ın Türkiye'yi biçimlendirme planı: Yargıçlar ordu çizgisine çekilecek, Gazeteciler kullanılacak, TSK muhalifleri yıpratılacak, Kanaat önderleri yönlendirilecek, DTP muhatap kabul edilmeyecek, Kürt bölgesi silahla rahatsız edilecek" vb...

Diyelim ki haber "montaj", tamamen uydurma, fabrikasyon mamûlü. Mümkündür, olabilir fakat bir Allah'ın kulu çıkıp, "Hayır, Türkiye'de böyle bir şey olamaz, çünkü haberde ileri sürülenlerle olup-biten şeyler arasında hiç bağıntı yoktur" diyebilir mi?

Diyemez! Haber uydurma olabilir ama işaretleri sahihtir, çünkü biz nice zamandır bu alâmetlerin içinde yaşıyoruz: Yüksek yargı üyelerinin Genelkurmay'a davet edilerek "brife edildikleri" ve bundan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlık nâmına hiç de alınmış görünmediklerini yaşayalı on sene bile olmadı. Kendilerinin "dinci" olmadıklarını ileri süren bir kısım matbuatın, zaman zaman haber bültenlerini "Silahlı Kuvvetler Saati"ne dönüştürdükleri sır değil, âşikâr, rektörler ve üniversite camiasının hâl-i pür melâli derseniz, "mâlumu ilân" derecesinde mevsuk, sıradan ve sıkıcı bir gerçek.

"Askerî vesâyet rejimi" deyip durduğumuz şeyin iç organlarını teşrih ediyor bu haber; mâlumun ilânı. Anayasa Mahkemesi'nin son kararını duyunca bazı üst komutanların sarf ettiği tâbir bu; mâlumun ilânı. Bakalım şimdi yüksek yargıçlar yine alelacele bir araya gelip bir kınama bildirisi kaleme alacaklar mı? YÖK'ün rektörleri, "katiyyen olabilemez; biz işimize kimseyi müdahale ettirmeyiz" diye acıklı duyurular yapacaklar mı? Bakalım Genelkurmay, "külliyen iftiradır, biz anayasanın tarif ettiği demokratik cumhuriyet fikrine saygılıyız" mı diyecekler, yoksa hep yaptıkları gibi, "kim sızdırdı bu haberi" diye içe dönük yeni araştırmalar mı başlatacaklar?

Bu haberin itham mevkiine mıhladığı kurumlardan gürül gürül yalanlama bekliyorum; tekzip, tepki, protesto, her neyse! Bazı sivil toplum örgütlerinin ışıkları söndürüp açmalarını, laikliğe duyarlı ev hanımlarının tencere tava ile protesto gösterisi yapmalarını ve demokrasiye sahip çıkmalarını bekliyorum.

Hindiye benzetilmekten gocunan arkadaşlardan da benzer tepkiler beklerim, "Askerî vesayet rejimi istemiyoruz, tam bağımsız ve tarafsız yargı istiyoruz, devlet kesesinden arpalanan STK'lar istemiyoruz, Ordu-gençlik el ele toplantılarına katılarak darbe destekçiliğine soyunan bilim adamı istemiyoruz, bilakis Atatürk'ün dediği gibi hâkimiyet-i milliyenin tesisini istiyoruz" yollu yeni e-mektup kampanyaları açacaklar mı bakalım?

Veya soruyu şöyle tertib edelim:

Türkiye acaba Anayasa'da yazdığı üzre demokratik bir cumhuriyet midir, yoksa öyle yazıyor olsa da fiilen "askerî bir cumhuriyet" midir?

Cevap belli, denizin dibi artık görünür hale geldi çünkü.


Kaynak (Arşiv)