Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Vaktiyle Osmanlı tebâsı iken, şu veya bu sebepten ötürü “ayran içip ayrı düştüğümüz” unsurlarla hâlâ büyük problemler yaşıyor olmamız, altı önemle çizilecek bir zaafiyet unsurudur: Rumlar, Ermeniler ve Kürtlerden bahsediyorum!

Rumlarla genç Türkiye Cumhuriyeti’nin arasını bozan mesele, Yunan işgalini ebedî zanneden yerli Rumlardan bir takımının, Yunan Ordusu ile fazlaca samimi bir işbirliğine girmesi olmuştu. İşgal esnasında ama özellikle Yunan birliklerinin bozgun hâlinde geri çekilmesi esnasında yol üstündeki Türk köylerinde yapılan mezâlim, Anadolu’daki Rum unsurunun Lozan’dan sonra mübadele anlaşması ile Yunanistan’a göç ettirilmesiyle sonuçlandı.

Uygulandığı tarihlerde mübadelenin kaçınılmaz olduğu belirtiliyor; birkaç ay evvel işgalcilerle işbirliği yapan yerli Rumlarla bölge ahalisinin artık ağız tadıyla geçinmesi pek mümkün görünmüyordu. Yine de bu mübadelenin nihai tahlilde Türkiye’nin aleyhine işlediğini söylemeliyiz. Venizelos’la Atatürk’ün 30’lu yıllarda iki toplum arasında attığı iyi niyet temelleri Kıbrıs meselesi yüzünden hızla hafızalardan silindi. Bugün itibariyle komşumuz Yunanistan, hem Ege kıta sahanlığı ve Oniki Adalar’ın silahsızlanması, hem de Kıbrıs’taki statüko yüzünden Türkiye’nin başını ağrıtıp duran bir problem kaynağı görüntüsündedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta Kürt nüfusu ile bir “iç mesele” yaşaması için sebep yok gibi görünüyor; Kürtler Millî Mücadeleyi desteklemiş ve ilk Meclis’te temsil olunmuşlardı. Ne var ki 1925’te patlayan Şeyh Sait İsyanı ve onu müteselsilen takib eden Kürt İsyanları (ki sayı itibariyle 20’yi buluyor), homojen ve laik kültüre dayalı bir Türk toplumu tasavvur eden kurucu irâdenin sertleşmesine yol açtı. Cumhuriyet’in 85. yılında Türkiye’nin en mühim problemlerinden biri Kürt meselesidir ve yıllardan beri bu mesele büyük acılara, büyük zaman ve kaynak israfına yol açtığı gibi yakın tarihlerde de çözüme kavuşması beklenmiyor.

Ve Ermeniler; mâlumu tekrara gerek yok. SSCB Dönemi’nin kukla Ermenistan hükümeti, Sovyet Blokunun dağılmasından sonra bağımsızlık kazandı ve hiç hesapta olmadığı hâlde doğu sınırında komşumuz oldu. Artık “bağımsız” Ermenistan’ın en azından kendi yağıyla kavrulur hâle gelmesi için Türkiye’nin dostça ve destekleyici yaklaşımına büyük ihtiyacı var. Başkaca faktörler devreye girmemiş olsa Türkiye elbette, en azından insâni hassasiyet noktasında duyarlık göstererek iyi komşuluk vecibelerini yerine getirmekte tereddüd göstermezdi fakat Ermenistan, Sovyet Blokunun çözülüp Kafkaslarda büyük curcunanın başladığı yıllarda komşusu Azerbaycan’a ait Karabağ bölgesini işgal ederek, kendini nâhak yere büyük angajmana ve sıkıntıya soktu. Ermenistan’ın Karabağ’ı işgalinde, o esnada etkisiz güç gibi görünen Rusya Federasyonu’nun etkili silah ve politika yardımı görmezden gelinemiyor. Rusya, tarihte büyük devlet olmanın kazandırdığı siyasi önsezilerle elinden kaçırdığı Kafkaslar ve Türk Cumhuriyetleri mıntıkalarında nüfuzunu yeniden toparlıyor ve bölgenin ağabeyi durumuna geliyor. İşte Azerbaycan ile Türkiye arasındaki diplomatik bir başağrısı hâline gelen Karabağ meselesi, Rus diplomasisinin usta ve kurnazca manevraları ile gitgide gerginleşiyor.

Azeri dostlarımız ise Türkiye’yi, Ermenistan’la iyi ilişkiler kurmak uğruna kendilerini harcamakla itham ediyorlar; öte yandan ABD, kendi ülkesindeki etkili Ermeni Lobisini tatmin için bu defa Türkiye’yi iki önemli alanda birden sıkıştırarak netice almaya çabalıyor. Türkiye’den beklenen, hem Ermenistan-Türkiye sınırını açarak yakın komşumuzun dünya ile entegre olmasına destek vermek, hem de artık bir efsane hâline gelmiş bulunan o meşhur Ermeni Soykırımını resmen kabul ettirmektir. Böylece Ermeniler Türkiye’yi doğudan ve batıdan diplomatik bir kıskaca alarak kendilerince sonuca gitmek istiyorlar.

Ermeni meselesi, Kürt meselesi, Kıbrıs ve Kıta sahanlığı meselesi... Bu manzaraya bakınca sanki Lozan anlaşması hiç imzalanmamış, Osmanlı Devleti’ni tasfiye planları henüz tamamlanmış gibi görünüyor. Her üç meselenin de -titiz ve dikkatli davranılmaz ise- Türkiye’nin toprak kaybına kadar uzanabilecek ağır siyasi ve iktisadi sonuçlara yol açabileceği âşikâr.

Peki, suçlu kim?

Peşinen belirtmeliyim ki, tarihte veya aktüalitede birilerini suçlu ilân etmenin, muhalefet partilerinden başka kimseye bir faydası olmaz. CHP ve MHP, Hükümetin Ermenilerin ve ABD’nin gönlünü hoş etmek uğruna Azerileri mağdur ettiği yolunda fikir beyan ederken hiç de âdil ve seviyeli davranmıyorlar. Bir zamanlar Türkiye, özellikle dış meselelerde “millî mutabakat” dediğimiz kararlı ve bütün bir duruş sergilerdi. Hükümeti yıpratmak için her vesileyi kâr sayan yaklaşımların, Türkiye’nin elini güçlendirmeyeceği açıktır. Yine de esaslı bir tahlil yapmamız gerekiyor; bizim en büyük meselelerimiz, niçin vaktiyle aynı devletin tebâsı durumunda bulunduğumuz unsurların şekvâsından kaynaklanmaktadır? Bu üç meselenin Türkiye’yi uluslararası sahada zayıflatacak raddede büyümesinde, kendilerine uluslararası destek edinmelerinde kimlerin dahli vardır? Suçlu aramayabiliriz fakat yanlışın nerede yapıldığını ve neyin yanlış olduğunu görmemiz lâzım. Önce zaman boyutuna bakıyoruz: 60’lı yıllara kadar Türkiye’nin bir Kıbrıs meselesi olmadığı gibi, Kıbrıs’ta soydaşlarımızın yaşadığını bilenlerin sayısı bile pek azdı. Ne kıta sahanlığı, ne Oniki Adalar meselesi Türkiye’nin gündeminde değildi. 60’lı yılların ortalarında herkesle iyi geçinmeye dikkat eden, hatta bu uğurda İsrail’i alelacele resmen tanımakla kalmayıp Fransız-Cezair ihtilâfında işgalcileri kınamayı reddeden Türkiye, kendini birdenbire ne halledebildiği, ne de görmezden gelebildiği ağır bir problemle yüzyüze buldu. Neden?

70’li yıllara kadar, vaktiyle 1915 senesinde Türkiye’de pek berbat olayların yaşandığını, tarihçiler haricinde bilen yoktu. Diplomatlarımızın Ermeni suikastçileri tarafından saldırıya uğramasıyla uluslararası arenada kendini tanıtan Ermeni meselesi, niçin sadece otuz seneden beri büyük dertlerimiz arasında başı çekmektedir?

Ve Kürt meselemiz: Şeyh Sait, Ağrı, Dersim isyanlarını hatırda tutarak düşünelim; 1984 yılına kadar Türkiye’de yeni ve çok geniş çaplı bir silahlı Kürt ayaklanmasının çıkabileceğine kimseleri inandıramazdınız ama bugün Kürt meselesi, uluslararası destekçileriyle büyük bir mahiyet taşımaktadır, diğerleriyle birlikte bizim üç uluslararası büyük problemimiz var ve biz bunları erteleye erteleye, günün birinde kendiliğinden hallolunacakmış gibi safdilâne bir beklenti içindeyiz.

...

Osmanlı Devleti gerçekten büyükmüş; hayâletinin tasfiyesi bile neredeyse 100 sene sürüyor!