Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

2010 yılında sera gazı emisyonunu % 5 oranında düşürmeyi öngören protokolü ABD ve Rusya imzalamaya yanaşmıyormuş.

Sera gazı da ne diyeceksiniz? Efendim sera gazı, sanayi tesislerinin atık ürünü olarak açığa çıkan ve atmosferin muhtelif katmanlarına çöreklenerek güneş ışığının geçmesini engelleyen muhtelif gazların ortak ismi. Sera etkisi denilen şey ise atmosferin giderek ısınmasına sebep olan kozmik bir tehdid.

Bize senelerce yutturulan bir efsane vardı hatırlıyor musunuz? İçine gaz sıkıştırılarak kullanılan sprey benzeri kozmetik ürünleri, atmosferin ozon tabakasını deliyor ve kürevî ısınmaya yol açıyor diyorlardı da bir türlü havsalam almazdı; bir milyon kişi aynı anda ellerindeki saç spreyini Çoban yıldızı istikametinde kuzeye doğru çevirip de kutuyu bitirinceye kadar sıksalar, acaba ozonda bir metrekare çapında delik açabilirler miydi?

Kozmik felâket, siyasi krizlere nisbetle daha bir ihmâl edilebilir bulunuyor; bu açık. 2080 senesinde hiç kış olmayabilirmiş; "2080"e kim öle, kim kala" diye düşünüyor olmalılar. Ayrıca sanayi imparatorluklarına ev sahipliği yapan büyük ülke yöneticilerinin de benim gibi düşündüğünü zannetmeye başladım: "Üç beş fabrikanın baca gazıyla koca atmosfer perdelenir mi birader; bu bilim adamları yok yere yüreğimizi ağzıma getiriyorlar" diyorlar herhalde.

Büyüklerimiz "akar su yosun tutmaz" derlerdi vaktiyle ama artık denizlerin bile kirletilebildiğine şahit oluyoruz. Ülkemizde sıcak bir yaz ikindisinde girilip yıkanılabilecek dere, nehir adedi küsürata indi. Dünyayı insanların gözünde küçülten, "global bir köy" haline getiren şey, evrensel fikir akımlarından ziyade yeryüzünün kirletilebileceğini ve hatta bal gibi kirletildiğini fark etmek oldu. İklimin giderek ısınması, denizlerin -şimdilik birkaç santim seviyesinde de olsa- yükselmesi, kutup buzullarının erimesi ve nice hayvan ve bitki cinsinin kayıplara karışması dünyayı ufalttı. İnsan soyu, uzayın bilmemneresinden dünyanın görüntüsünü bir fotoğraf karesine sığdırabildiği gün, yeryüzünün de canına okumaya başladı.

Bizim bir kısım "saf" devlet elitlerimiz hâlâ "aydınlanma devrimi ve hamlesi"nden bahsede dursunlar bakalım; eşiğinde durduğumuz ve bize adım adım yaklaşan kozmik felâketlerin sebebi, işbu Aydınlanma felsefesidir efendim. Bizimkiler aydınlanmayı hâlâ, "okuma-yazma bilen nüfus sayısını artırırsak insanlar şuurlanır, cehalet azalır, bilim zihniyeti artar" cinsinden kaba ve naif bir yuvarlamayla algılıyorlar. Halbuki Aydınlanma fikriyatının emmi uşağı sayabileceğimiz Hümanist cereyan, yeryüzünün en onurlu ve üstün yaratığı olarak insan cinsini tebcil ve takdis edeliberi, arzı, maddî ve mânevî bütün vecheleriyle insanın tasarrufuna bırakılmış bir yer olarak kabul etmişti. Bizimkiler bu yaklaşımın, Tanrının yerine insanı ikaame etmek olduğunu hâlâ anlamamışlardır ve Hümanizmi insan sevgisi zannederler; yanlıştır. Bu kavramdan anlaşılmak gereken, insanın bir cins olarak kendine tapınması, daha doğrusu ortalıkta insandan daha üstün bir fiziki mahlûk görülmediğine göre insanın ilâhlaştırılmasıdır. Eğer en üstün yaratık insan ise, yeryüzü ve tasarrufu altındaki her yer (meselâ dünyanın yörüngesi ve erişilebilir uzay mıntıkaları da), kayıtsız şartsız Tanrı- insanın emrine musahhar (râm olmuş) bir değerdir. Tanrı-insan, bilim yoluyla her şeyi akledebiliyor, anlıyor ve o âna kadar kendisine metafizik muğlaklık gibi görünen sırları aydınlatabiliyorsa, kısaca "kaadir-i mutlak" ise, bütün algılanabilen varlığın efendisi ve mutasarrıfı olması da tabiidir vs. vs...

Kısacası dünyayı biz ısıtmıyoruz efendim; tek kelimeyle "aydınlanmacı" zihniyet ısıtıyor; ya azgınlıktan vazgeçip Yaradan"ın koyduğu tabii dengeye itaat edecekler ya da şapkalarını yelpaze gibi sallayıp ağızlarıyla püfleyerek global ısınmanın hızını kesecekler; başka çare yoktur.

"Saf" aydınlanmacı arkadaşlara önemle duyurulur!