Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

CHP Manisa Milletvekili Erdoğan Yetenç'in kırk yıllık partisi CHP'den istifa ettiğini duyunca herkes gibi "var bu işin altında bir iş" diye düşündüm. Daha mazbatanın mürekkebi bile kurumadan bir vekil, niçin fıstık gibi partiden istifa eder ki?

Ertesi gün bir yığın tezvirat ve saptırma haber dolaşmaya başladı ortalıkta: Yok efendim bu vekilimiz zaten iki dönemden beridir Meclis idare amirliği yapıyormuş da, bu yasama döneminde de yeniden idare amiri seçilemeyince kırmızı plakalı makam arabası ve sekreter gibi idari imkanların elinden buhar gibi uçup gittiğini görüp öfkeyle istifayı basıvermiş de...

Ben prensip sahibi adamları severim; hele hele ne istediğini bilenleri daha çok severim. Sırf bu prensipli davranışları yüzünden sayın Yetenç'i uzaktan da olsa takdir ettim. Netekim bakınız, geçen hafta itibariyle Sayın Yetenç partisine kesin dönüş yapmış bulunuyor. Bu çileli dönüşün nasıl gerçekleştiğini Sabah gazetesinin haberinden takib edelim:

"Yarışı kaybedince Genel Sekreter Önder Sav'ı suçlayarak istifa eden Yetenç, telefonlarını kapatarak evine kapandı. İstifayı ATO Başkanı Sinan Aygün'ün babasının cenazesine katılmak için gittiği Kocatepe Camisi'nde öğrenen Baykal, cenazede bulunan eski İstanbul Milletvekili ve Yetenç'in yakın arkadaşı olan Halil Akyüz'e 'Hemen ilgilen, bu işi sana havale ediyorum' dedi. Akyüz'ün gün boyunca ikna etmeye çalıştığı Erdoğan Yetenç'in evine akşam da, Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem gitti. Erdem ve Akyüz, saatler boyunca 'Kızgınlıkla partiden istifa edilmez, bu partiye zarar verir' diyerek, Yetenç'i kararından vazgeçirmeye çalıştılar. Sakinleştirilen kızgın vekil, sonunda partiye dönmeye ikna oldu."

Hmm; ben bu durumu gayet iyi anlıyorum fakat dolabın içinde takım çantasıyla tren geçmesini beklerken ev sahibine yakalanan marangoz hikâyesinde olduğu gibi bu durumu başkalarına izah etmek kolay olmayacak. Sıradan gazete okuyucusu (yani, siz, ben, onlar) Meclis idare amirliği diye bir makamın varlığından haberdar değildir ki, bu görevi ısrarla ve üst üste sürdürerek Sayın Yetenç'in ülkesine nasıl bir hizmet verebilmek için yanıp tutuştuğunu anlayabilelim?

Bakalım sadece kendisi, şahsı veya yakınları için mi bu göreve üst üste talip olmaktadır, yoksa bu görevi ille de Sayın Yetenç'in yerine getirmesinde "tarihi bir mesuliyet" hissi mi ağır basmaktadır? Ben, ikinci ihtimalin ağırlık taşıdığını düşünüyorum. Çünkü biz sıradan insanlar, "ölüler zanneder ki diriler hep helva yiyor" atasözündeki "ölüler" mevkiinde bulunuyoruz. Gazeteler, "kırmızı plaka, çifte sekreter" yazdı diye "oo, anlaşıldı arkadaşın derdi" diye manidar manidar bıyık altı tebessümleri yolluyoruz.

Ayıptır beyler, günahtır...

Hayır, öyle değil, kesinlikle öyle değil; bakın Sayın Yetenç durumu bizlere nasıl izah etmektedir:

"İstifa nedenim idare amirliği değil. Seçimi kaybetmiş olabilirim, bu gayet normal ama seçimi kaybetme gerekçem, Genel Sekreter Önder Sav ve Ali Topuz'un aleyhimde kulis yapmasıdır. Sav milletvekillerini tek tek arayarak, (Erdoğan'a oy vermeyin) dedi. Adeta düşmanlık içinde. Benden sonuncu çıktığı son kurultayın hesabını sormaya çalışıyor. Parti içinde bir kuşatma içine girdiler. Topuz ile birlikte önümüzdeki günlerde Baykal'a karşı isyan bayrağını kaldıracaklar. Ben bunu Deniz Bey'in fark etmesi için istifa ettim. Eylemimde amacıma ulaştım. Partime geri dönüyorum."

Yaa, anladınız değil mi; hiçbir şey göründüğü gibi değildir; her metal paranın para ve tura olmak üzere iki yüzü vardır ve her sakallıyı dedemiz zannetmemeliyiz.

Sayın Yetenç bırakınız kırmızı plakalı makam otosu, şoförü ve çifte sekreter iftirasını, bilakis CHP'yi kötü bir gidişattan kurtarmak için kendisini feda etmiş ve neticede başarılı olarak Sayın Baykal'ın dikkatini çekmeyi başarmıştır.

Peki siz ne zannetmiştiniz, sekreter ve kırmızı plaka mı?

Hezar teessüf, binlerce kınama!..

Sayın Topuz ve Sayın Sav, Deniz Baykal'ın altını oymak için gizlice çalışırken vaziyeti fark eden Sayın Yetenç, sevgili liderine durumu izah etmek için elinden geleni yapmakta ama sesini Baykal'a duyuramamaktadır. O da ne yapsın, kendini feda ederek istifa ediyor. Nasıl olsa Baykal, "kim yav bu istifacı vekil, arayın bulun, derdini sorun" diyecektir; netekim aynen öyle oluyor; arıyorlar buluyorlar, soruyorlar. Diyor ki, "ben keyfim için istifa etmedim; liderim için bu fedakarlığa katlandım!"

Bu durum benim şahsen gözlerimi nemlendirmiş bulunuyor. O zaman nemli gözlerle sizlere tam da bu duruma uygun güzel bir Erzurum fıkrası nakletmek isterim.

Mevsim kış, Erzurum'da pu desen yere düşmüyor. Çatılardan kaldırıma sarkan buzlar neredeyse yarım ev boyu.

Yolda yürüyen Dadaş bir an için karşı kaldırımda evin çatısı altındaki hemşehrisini fark ediyor; üstteki buz çatlamış adamcağızın tepesine inmek üzere. Telaşından aklına hemen düzgün bir cümle kurmak da gelmiyor. Bir an evvel hemşehrisinin canını kurtarmak için bağırmaya başlıyor:

-Ula, ula, ula, ula!............. Ulaaaaaaa!..

Bakalım fıkrada olduğu gibi Sayın Baykal, Sayın Yetenç'e uzun bir "Ulaaaa" çektirmeden Sayın Sav ve Sayın Topuz hakkında gerekeni yapacak mıdır; yoksa "tamam Erdoğancığım, böyle şeylere kafanı takma sen; ben onların ellerine cetvelin keskin kenarıyla onar kere vururum, cıs olurlar" diye vaziyeti idare mi edecektir?

Bu husus bizi kat'iyyen ilgilendirmez; önemli olan, gönlü ülkeye hizmet aşkıyla dopdolu vekillerimizin, böyle yanlış anlamalara kurban giderek küstürülmemesidir.