"Ülküdaş"ın ardından selam...

“Şu dünyada bir nesneye yanar özüm,

göynür özüm;

Yiğid iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi” Yunus Emre

Politikacıların zaman zaman, özellikle kampanya zamanlarında tekrarlamaya ihtiyaç duydukları bir beylik söz vardır: “İçimizden biri”. Bu sözün, Muhsin Yazıcıoğlu’nda olduğu kadar sahicilik kazandığı pek az örnek vardır ve öyle zannediyorum ki onun bu kadar çok sevilmesinin gerçek sebeplerinden biri de buydu: Muhsin Yazıcıoğlu klasik manada bir parti lideri değildi. Partisinin amblemi altında veya bağımsız olarak girdiği seçimlerde “iktidara yürüyecek” derecede büyük seçim başarıları kazanmamıştı; fakat bunlardan daha önemli ve değerli bir siyâset kimyası vardı onda. Kendisinden nefret edenlere bile sempatiye bürünmüş bir saygı telkin edebilmesi çok önemlidir.

HEM İÇİMİZDEN BİRİ, HEM HEPİMİZDEN FARKLI

O birlikte olduğu insanlara, onların hem arkadaşı, hem de lideri oldukları duygusunu verebiliyordu; bu kadar sevilmesinin, ardında bu derece yakıcı bir acı bırakmasının sebebi bu olsa gerektir. Türk siyasi hayatında “dost-lider” vasfını kazanabilmiş ilk, belki tek insan.

Sevenlerinin tâbiriyle “Muhsin Başkan” adlandırması yakınlık kadar saygı, hiyerarşik mesafe kadar da muhabbeti ifade eder. Ülkü Ocakları’nda vaktiyle bulunmuş olanlar, bunun o günlerde ne kadar sahici bir mânâ ifâde ettiğini bir gönül sızısıyla hatırlayacaklardır...

Ülkü Ocakları...

O YATAK; BU IRMAK...

Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatında Ülkü Ocakları daima merkezî bir yerde bulundu; o yatak olmasaydı, bu ırmak nasıl akardı bilinmez. 70’li yıllarında Ülkü Ocakları, Muhsin Yazıcıoğlu’nun liderliğiyle tıpatıp örtüşen, bir eldiven gibi uzviyetini kaplayan bir kavram olmuştur. Öyle bir teşkilat ki, orada iki günlüğüne bile “başkan” olan, bir ömür boyu hep başkan diye anılacaktır. Orada 30-40, hatta 50 yaşlarında koca koca adamların, sırf “başkan” olduğu için, 18’inde, 20’sinde bir delikanlı odaya girdiği zaman çivi gibi ayağa kalkması pek sıradan şeyler olarak görülür.

Ülküdaşlık, hukuk itibariyle ana-baba bir kardeşliğin bir evvelki şekli, “ahiret kardeşliği” kavrayışının bir sonraki mertebesidir karâbet itibariyle. Orada iseniz, ülküdaşlarınızın kalabalığı arasında öyle dayanışırsınız ki, düşmenize müsaade edilmez. İşte bu maddi-mânevi kardeşlik örgütünün başkanı, bir vakitler Muhsin Yazıcıoğlu denilen delikanlı ile cisimlenmiş, onun sûretinde en ideal temsiline erişmiştir.

SEVİLMEK DEĞERLİDİR; ÇOK DEĞERLİDİR

Ve o temiz, âdeta çocuksu sempati hâlesidir ki onu binlerce akranı ve çağdaşı arasında liderlik vasfına yükseltmiştir; fakat lider yukarıda durmaz, yeniden dostlarının, arkadaşlarının, ülküdaşlarının arasına karışır, omuz omuza gelir, beraber yürürler.

Ve hiçbir siyasi lider, Muhsin Yazıcıoğlu kadar sevilip sayılmamıştır. Bu önemlidir; çünkü bu satırların yazarı bakımından “hüsn-ü şahâdet”, neredeyse bir insanın ardından sevap defterine yazılan sadaka-i câriye gibi önemli bir kavramdır. Bugün, şu dünyada kendisinden en çok nefret eden kişiye bile sorulsa, ardından, “Evet ama, mert adamdı; er kişiydi” dedirtebilecek bir ruh güzelliğinden bahsediyoruz

Sevgi başka bir mâden; başka bir element, başka bir kimyâ; her zaman siyâsetin diline tercüme olunur bir nesne değildir, oya tahvili zordur fakat vardır ve değerlidir. Muhsin Yazıcıoğlu, Şarkışla Lisesi’ndeki ocak başkanlığından itibaren, Hakk’a yürüdüğü saate kadar kendine eşit saydıklarının arasında birinci olmak mevkiindeydi. Kurduğu siyasi parti, Büyük Birlik Partisi, 1994’den bu yana mühim bir seçim başarısı gösteremedi ama hep mevcuttu ve değerliydi.

TEKKE-ÇORBA MESELESİNDEKİ DURUŞU

O parti, anlı-şanlı siyasi kuruluşların “yer yarılsa da yerin içine girsem; görünmez olsam” diye dilediği sert kriz günlerinde, milletin hukukundan yana tavır alması bakımdan altın gibi kıymetliydi. 28 Şubat’ın sersemletici ayazında Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, göğüslerine kadar düğmeleri çözülmüş delikanlı gömlekleriyle devrin egemenlerine yan bakıp, “bir dakika; biz sizin o söylediklerinize katılmıyoruz” diyebilmiş adamlardı.

Ki vaktiyle bünyesinde bulundukları bir yerde de aynı sözleri telaffuz ederek, “bir dakika; biz sizin söylediklerinize katılmıyoruz” diyerek çekip gitmişlerdi.

İyi de etmişlerdi!

Muhsin Yazıcıoğu’nu eleştirenlerin çoğu, hayatının en büyük hatâsını MHP’den ayrılarak Büyük Birlik Partisi’ni kurduğu gün yaptığını ileri sürerler; onlara göre biraz sabırlı olsa, biraz daha “evet efendim” demeyi bilse tekkeyi bekleyen derviş misâli günün birinde çorbayı da içecekti.

İnsan ömrü denilen şey tekkeyle çorba arasındaki en elverişli baht çizgisinin ufuktan tulû etmesini kollayacak kadar uzun mudur? Muhsin Yazıcıoğlu’nu, bu gibi ufak hesapları fiskelediği gün daha çok sevmiştim. Başkalarını itham edip karalamak gibi küçüklüklere tevessül etmeden ayrılıp kendi yolunu çizdi ve yürüyebildiği kadar da yürüdü.

Hani, “Biz zafere değil, sefere me’muruz” denir ya, aynen öyle...

YİĞİD ÖLÜR NAMI KALIR...

Bu dünya ölümlü dünyadır ve ölmemeğe çare yoktur. Mü’minlerin bu gibi hâllerde nasıl hareket etmeleri gerektiğine tafsile hâcet yoktur; esasen ölüm karşısındaki duruşumuz, hayat karşısındaki duruşumuzu da tarif eden, çok önemli bir istikamettir.

Ve bizler, hepimiz şahâdet ediyoruz ki Muhsin Yazıcıoğlu bir mü’min idi; er kişiydi, ehl-i secde idi.

Eğer varsa üzerimdeki ülküdaşlık, hemşehrilik, akranlık ve arkadaşlık haklarımı helâl ediyorum. Cenâb-ı Hak, onu ahiret yurdunda rahmet ve merhametiyle yargılasın; bizler ki şüphesiz aynı yolun yolcularıyız ve son durağımız orasıdır.

Ülkü Ocakları, 1 numaralı adamını kaybetti; ebedî ocaklıların ve sevenlerinin başı sağolsun.


Kaynak (Arşiv)