Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçen gün internette son dakika havadislerine bakayım dedim. Haberlerde "Diyarbakır'da bir şehit" haberini gördüğümde içim bir hal aldı, hemen tıkladım, bir de ne göreyim, Uzman Çavuş Kahraman Çam şehit edildi, diyor... Çok üzüldüm...

Gerçi sahibine kavuştu, eğer onun istediği şekilde inanmışsa ve yaşamışsa zaten en büyük şerefi kazanır... Bu vesile ile size Diyarbakır veya bölgenin herhangi bir şehrinin 1990'lardaki ahvalinden haber sunacağım. 1990'larda ben lise öğrencisi idim. Diyarbakır ise ölüm kokuyordu. Evet ölüm kokuyordu. Siz hiç ölüm kokusu hissettiniz mi, yaşadınız mı, veya nereden geleceği meçhul, adres şaşıran kurşunların bir anda sizinle buluşabileceği ihtimali ile her an baş başa kaldınız mı? İnsanların yüzü solgun, yüreği yaralı, aslında insanlık kan kaybediyordu. Tabii ateş düştüğü yeri yakar sözünü canlı canlı yaşıyorduk. Bu arada doğu ile batı arasındaki köprüler de her gün tahrip ediliyordu. Allah için bazı istisnalar dışında kimse yaşadığımız hallere ilişkin ıstırap duymuyordu. Evet, sözde inanıyorduk ama, mümin kardeşlerimiz bizim yaşadığımız trajediye hiç oralı değildi..

Allah'ın inayeti ile bazı insanlar duruşlarını bozmadılar. Ama kahir ekseriyeti saf mümin olan Kürdlerin çoğu zorla sosyalizmin, Bolşevizm'in pençesine itildi. Başkaca da hayat hakkı tanınmadı. Biliyor muydunuz bilemem ama iman gereklerine sıkı sıkıya bağlı, Kurtuluş Savaşı'nda birlikte yaşama iradesi göstermiş, inançta çok da mutaassıb olan Kürdlerde bir erozyon yaşanıyordu. İnsanların en azından objektif bakış beklediği inananlar... Kürdler 1990'lara kadar inanç gereklerini taşıdıkları halde hızla asimile oldular. Zaten terörün bir hedefi de bence bu idi. Artık her şey değişmişti. Batıda düşük, bölgede yüksek yoğunluklu savaş sönmeye yüz tuttu. Ama insanlar şu beş yıl içinde emin olun tam bir metamorfoza uğradılar. Modernite bütün cazibesi ile salınmaya başladı yurdumun caddelerinde, sokaklarında ve evlerin baş köşesine buyur edildi....

Bu savaş zamanında ise (1993) İstanbul'da üniversitede idim. Ahmet Arif "Üsküdar'dan bu yana lo kimin yurdu" şeklinde duygularını dile getirmiş. Yurdum insanının çok hassaslaştığını aynelyakin gördüm. Hatta bir Diyarbakır'a dönüş seyahatinde Hakkalyakin de gördüm. Somuta inmeyeceğim, ama yok yere Düzce'de Trabzon'daki linç girişimine benzer bir faciadan Allah'ın inayeti ile askerlerimizin kendilerini siper etmesi ile, evet siper etmeleri ile kurtulduk. Bu medyada değil sadece vicdanlarımızda yara, gelecek adına endişe bırakarak...

İnsanlar çok hassaslaştı... Şer bütün mevzileri ele geçirmek üzere, "Baykuşlara bayram" (F. Gülen). Çağın başında Üstad Bediüzzaman 13. asrın minaresinden nesl-i atiye seslenmiş ama çağdaşları onu dinlememişler. Necip Fazıl, "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak" dercesine uyarmış ama heva ve heveslerini Tanrı edinen, koskoca devleti hayallerine ram eden hevaperestler dinlemediler...

Neyse bu hamur çok su götürür. Size aktarmaktaki amacım, ki bu durumu benzer hadiseleri, şehit cenazelerini, provokasyonları görmüşsünüz, işitmişsinizdir. Hâlisâne niyetim, aydın sorumluluğu ile davranmak zorunda olan sizlere, olaylara hissi yaklaşımdan çok bütün boyutları ile ele alınmasını sağlamak veya en azından Türkiye'de en çok okunan gazetenin bir yazarına ki, fikri ve hissi beraberlik içinde bulunduğumuza inandığım bir mütefekkirine, münevverine bir hasbihalde bulunmaktan ibarettir. İşte bir şehit haberi ile endişelerim daha da arttı. Ümmet yok olma ile karşı karşıya. Doğrusu sahipsiz kalan sürü dağılır. Ama ümitlerim büsbütün de kırılmıyor hani. Bir diriltici soluk bekliyorum. Eğitim gönüllülerinin yaptığı faaliyet, eğer kıyamet kopmazsa şu yaşlı dünyamıza bir umumi sulh ve nevbahar yaşatır...

(Bir okuyucu mektubundan; aynen. A.T.A.)