Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir- Daha mürekkebi bile kurumadı, 16 Mayıs günü "Pamuk Tarlası" başlıklı yazıda (insanın kendi yazısını kaynak göstermesi çok ayıp ama mecburum) fikrimi şöyle ifade etmiştim: "Bizde akademik hayatın en mühim eksikliği, akademik geleneklerdir ve akademik gelenek, 'hoca'nın çanta taşımasından oturup kalkmasına kadar uzanabilen ama en ziyade hakikat karşısındaki tavrında tecelli eden bir üslûp birikimi demektir." Bir öğretim üyesinin hakikat karşısındaki tavrı, akademik hayatın en derin meselesidir.

İki- Boğaziçi Üniversitesi'nin bu toplantıyı tertib etmesi doğrudur, "İmparatorluğun Çöküş Dönemi'nde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları". Eğer ülkede üniversite varsa, elbette böyle meseleleri tartışacak ve modern ulemânın görüş ifade etmesine zemin hazırlayacak. Toplantının adını duyunca doğrusu ümitlenmiş, hasseten "Bilimsel sorumluluk" konusunda neler söyleneceğini merak etmiştim; olmadı!

Üç- Bu gibi toplantılar, hakikatin bütün boyutlarını, bütün renk tonlarını aksettirecek bir kompozisyonda tasarlanmalı; mevcut tenkidler, bu toplantıya sadece "soykırım yaptık" görüşünü savunanların davet edildiği yolunda. Yanlış demeye bile hâcet yok, sadece "garip" desek kâfi mi?

Dört- Öyle olsa bile her görüş sahibini bağlar; toplantının yapılmasına müsamaha gösterilmeli, herkes dilinin altındaki baklayı, eteğindeki taşı ortaya koymalıydı. Yapılmamış bir toplantı hakkında bu kadar peşin fikir üretilmesi, usûl açısından yanlış.

Beş- Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in çıkışı şaşırtıcıydı. Hükümetle YÖK arasındaki doku uyuşmazlığının hıncını, bu toplantı üzerinden izhar ediyormuş gibi bir manzara verdi. Siyasetçilerle üniversite arasındaki mevcut güvensizlik ortamı daha sertleşti.

Altı- Boğaziçi Üniversitesi'nin ve YÖK'ün toplantıyı iptal kararı yanlıştı. Ev sahiplerinin bile bu toplantının mâhiyeti hakkındaki tereddüdleri bulunduğu yargısını güçlendirdi. Bu toplantı ya hiç gündeme getirilmemeli ya da tamamlanmalıydı.

Yedi- Vilayetten, "toplantının güvenliğini sağlayamayız" yolunda haberler yayıldığı söyleniyor. Savcılık ise bildirileri önceden görmek istemiş. Doğru ise fevkalâde mahzurlu. Bir gün önce Olimpiyat Stadyumu'nda on binlerce kişinin güvenliğini mükemmelen sağlayan vilayetten böyle bir söz çıktığına inanmak istemem.

Sekiz- Netice itibariyle işlerin bu raddeye gelmiş olması, Türkiye'nin Ermeni meselesinde geliştirdiği tezlerin tabii haklılığına bir "usûl" gölgesi düşürdü. Muhalif seslere ve görüşlere tahammül ve saygı göstermek lazım; dünya kamuoyuna şirin görünmek için değil, kendimize duymamız gereken özgüven icabıdır bu.

Dokuz- Ermeni meselesinde üniversite katkısı, sadece resmi görüşü destekleyen toplantılardan ibaret mi kalmalı? Sadece Ermeni tezini savunan toplantı ne kadar sakîm bir fikirse, Türk üniversitelerini resmi tezleri savunmakla muvazzaf kılmak da alîl bir yaklaşım.

On- Konferans düzenleyicilerden birisi, "Konferans ertelense bile şimdiden başarı olmuştur. Bu konferansın bu kadar kapsamlı ve kucaklayıcı bir şekilde tartışma yaratması bizim amacımıza ulaştığımızı gösterir" demiş. Bir siyasetçi, bir işadamı böyle konuşabilir ama varlık sebebi "hakikati aramak" olan birisinin böyle konuşmaya hakkı yoktur. Eğer doğru ise toplantıyı düzenleyenlerin daha işin başındayken bile tribünlere oynamak niyetini izhar eder. Yanlışlıklar dizisini tetikleyen bir yaklaşım biçimi bu!

Onbir ve son- Bu hadisenin ortaya koyduğu çıplak ve acıtıcı gerçek şudur; bizim her şeyden önce "hakikat", "bilim adamı", "üniversite", "fikir hürriyeti ve nâmusu", "devlet", "milli menfaat" vb. gibi temel kavramlar ve bunlar arasındaki çapraz ilişkiler konusunda bir lûgât hazırlamamız lâzım. Lûgâtsız konuşmak sözü yoruyor çünkü.