Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Vestel şirketinin Manisaspor'dan desteğini çekmesi, gündelik futbol dedikodusu içinde tüketilmemesi gereken çok dikkat çekici bir hadisedir.

Bu ricatin asıl sebebi hakkında farklı şeyler, meselâ şirketin ticari endişelerinin ön planda olduğu söyleniyor; doğru veya yanlış, neticeyi değiştirmez. Pazar akşamı takımı adına açıklama yapan şirket temsilcisi, esasta oyunun kurallara göre oynanmadığını fark ettikleri için futbol faaliyetlerinden çekildiklerini ifade etti. Bu gerekçe dikkat çekicidir çünkü iş ve sermaye dünyasının belirleyicilik niteliğini vurguluyor.

İş ve sermaye çevreleri nihai planda belirleyici çünkü sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde her meseleye duru ve sade bir mantıkla yaklaşıyorlar. Nitekim kulüp başkanı Haluk Çubukçu, pazar gecesi canlı yayında yaptığı basın toplantısında "biz rekabetten çekinmeyiz; her oyunu kuralına göre oynamaktan zevk alırız ama kuralların işlemediği bir ortamda bulunmak bizim işimiz değildir" anlamına gelen sözleriyle bu sade mantığı gayet iyi ifade etti.

Hadisenin yankıları ise tam bir "geçiştirme" operasyonuydu âdeta. Futbol basını, bu mânidar çıkışı tek günde unuttu. Ardından gelen ikinci sponsor firmanın Vestel'in tutumunu destekleyen açıklaması da güme gitti. Manisaspor söz konusu olduğunda futbol basınımız, Sayın Çubukçu'nun önemli açıklamasını değil, futbolcu Hakan Balta'nın transferini öne çıkarmayı tercih etti.

Olup biten, Türkiye'de hâkim zihni yapıya uygundur zira ülkemizde futbol endüstrisi (daha doğrusu "futbol işleri" demeliydik), tam mânâsıyla irrasyonel, romantik, hesap ve mantıktan ziyade duygu ve inancın öne çıktığı bir tarzda yürütülüyor. Nadir istisnalar dışında bütün kulüpler zarar ediyor ve bilanço açıklarını zengin işadamları, açıktan ödedikleri yüklü meblağlarla kapatabiliyorlar. Bu sakat tablonun sürüp gitmesi ve manzaranın bütün çıplaklığı ile fark edilmemesi için taraftarlık ruhu, güçlüklere karşı direnme azmi, nereden çıktığı bir türlü izah edilemeyen büyüklük vehmi gibi romantik unsurlarla düzeni ayakta tutmaya çalışıyorlar. Zengin işadamlarının takımlarına açıktan maddi destek vermesi ilk başta, kârlılık prensibine aykırılık sebebiyle teoriye uymaz gibi görünüyor fakat onlar rasyonaliteyi bile sersemleten alaturka kurnazlıklarla başka bir seviyede farklı bir kâr-zarar hesabı kurarak yine kazançlı çıkıyorlar çünkü iş dünyasında itibar ve "geniş muhit" gibi kavramlar, bir süre sonunda yine kârlılığa hizmet eden unsurlar haline geliyor.

Vestel şirketi, "ahbab-çavuş ilişkisi" diye nitelediği bu karmaşık ve bulanık oyunda artık yer almak istemediğini açıkladı; daha temiz ve dürüst bir futbol yönetimi istiyorlar. Bunu diğer takımların yöneticileri de söyüyor ama genellikle federasyonu manevi baskı altında tutmak için öyle konuşuyorlar. Vestel sözcüsü açık ve dürüst konuştu ve futbol endüstrisinin geleceğine yönelik önemli bir ufuk açtı. Bu menfezden görünen ışık zannımca şudur: Vestel'in talep ettiği "kuralları önceden belirlenmiş ve dürüst oyun" anlayışı çok geçmeden Türk futbolunu etkileyecektir. "Vestel giderse öteki gelir" savsaklaması doğru bir hesap değil. Futbol endüstrisi büyük meblağlarla çarklarını döndüren bir yapı sergiliyor ve bu yapı eninde sonunda sermaye ve iş çevrelerinin açık ve duru mantığına itaat etmek zorunda kalacaktır (bkz. siyasi işler).

Oysaki nice zamandan beri bilinen UEFA kriterleri içinde futbol kulüplerinin finansman yapısını şeffaf ve dengeli tutması şartı başta geliyor; bu şartı yıllardan beri savsaklayıp durmayı mârifet sayıyoruz. Anlaşılan odur ki, herhangi bir meselede esaslı bir dayak yemeden başkalarının tecrübeleriyle zenginleşme kabiliyetini pek geliştirememişiz.

Bakalım bu kağşak yapılanma daha kaç sene sürüp gider?