Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bazı fikir sahipleri, geleceğin Türkiye’sinde artık başka türlü siyaset yapılacağını, gençlerin önemli bir paradigma değişikliğine sebep olduklarını ve eski siyasi enstrümanların artık değişmesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Bu kabil görüşlerin biraz aceleci olduğunu düşünmekle beraber “bir şeylerin değişmesi” fikrine kuvvetle taraftar olduğumu söyleyebilirim.

Ama nasıl? Elimizdeki en önemli değişiklik manivelasını fazla kurcalamaktan olsa gerek lâçkalaştırdık. Yeni anayasa artık gündemden çıktı ve bir daha aynı heyecanın yakalanabileceğinden şüpheliyim. Bu noktada siyasi partilerimizi ama öncelikle muhalefet partilerini kolay ve ucuz yolu tercih etmelerinden ötürü suçlamalıyız. Demokratik hukuk devleti esaslarına yaslanan bir anayasa konusunda hükümeti daha çok teşvik etmek yerine, kendilerince kırmızı çizgiler icat eden ve o çizgide kahramanca direneceklerini söyleyen muhalefet sözcüleri, yeni siyaset tarzının önünü açmak şansını (ve şerefini de elbette) kaybettiler. Artık farklı bir gündemimiz var. Barış süreci ve âkil adamlar patırtısının modası geçti. Taksim civarlarında şaşırtıcı bir tarzda gündeme giren protesto hareketi, siyaseti farklı bir mecrâya sürükledi. Taksim patırtıları ile herkesin bildiği sırrı yeniden keşfettik: Önümüzdeki yılın martında seçim var!

Başlarda sokak protestoları karşısında dağınık bir görüntü veren hükümet, Başbakan Erdoğan’ın yurda dönüşüyle birlikte toparlanmış ve inisiyatifi yeniden ele almaya karar vermiş görünüyor. Bu kararın muhtevasını kısaca “Her şey seçimler için” diye özetlemek mümkün.

Taksim protestoları yatıştırılamayacak veya kontrol edilemeyecek çapta değildi ama galiba bu veya buna benzer bir “flaş gelişme”ye ihtiyaç duyuluyordu. Başbakan, ortamı kolaylıkla yumuşatabileceğini fark etmiş olmasına rağmen tam aksi tercihte bulundu ve seri mitinglerle seçim kampanyasını bir hayli erken başlattı. Anladığım kadarıyla hükümet, kendisine seçim kazandıran olguları yeniden canlandırarak kendi seçmenini bükülmezleştirmeye, yüzer-gezerlik psikolojisinden sıyırmaya çalışıyor. Miting konuşmalarında bu esaslar sıkça ve defalarca tekrarlandı.

Bunlardan ilki, sağ seçmenin asla kayıtsız kalmadığı ve kalamayacağı mağduriyet halinin yeniden ihdâs edilmesidir: İktidardaki partiyi Anayasa Mahkemesi’nin Google taramalarıyla kapatmaya çalıştığı, ordunun homurdandığı, başörtülülerin temel haklardan göz göre göre mahrum edildiği bir dönemde mağduriyet psikolojisini desteklemek işten değildi.

İkinci unsur alternatifsizlik. İktidar partisinin ufak tefek (veya daha büyük) kusurlarını cezalandırmak isteyen seçmenlerin firar edebileceği bir başka parti yoktu. Merkez sağda yeni filizlenmeye başlayan iki küçük siyasi partinin lideri artık hükümet saflarındaydı. Muhalefetin iki büyük partisi ise alternatif arayan seçmenler açısından “ölümü görüp sıtmaya razı olmak” meselinde olduğu gibi kendi seçmenleri tarafından bile takdir görmüyorlardı.

Taksim olayları, hükümetin yelkenindeki kamuoyu rüzgarını tersyüz etti, kartları karıştırdı ve şu an itibariyle kimin kârda veya zararda olduğunu belirlemek zor görünüyor. İktidar partisi bu kriz esnasında kendi kitlesine ne kadar mağdur durumda olduklarını hatırlatarak onları safları sıklaştırmaya çağırdı. Gelecekleri, liderleri ve partileri birileri tarafından ezilmek isteniyordu. Peki, seçmen buna izin verecek miydi? Elbette hayır! Öyleyse tansiyonun yüksek tutulması gerekiyordu ve öyle yapılıyor. Politik kanaat bloklarını sertleştirip iki veya daha fazla sayıda farklı anakıta halinde birbirinden ayrıştırmak, seçim arifelerinin beylik görüntülerindendir. Kısacası hükümet, krizi kolayca çözmek yerine ustalıkla süresini uzatıp gerilimi tırmandırmayı seçti. Bu tercihinden ötürü hükümet siyaseten ayıplanamaz çünkü siyaset böyle bir şeydir ama bu tarz-ı siyasetin ahlâkiliği hakkında hoşnutsuzluğumuzu belirtebiliriz. Problem çözme kabiliyetiyle büyük kitlelere güven vermiş bir partinin problem çözmek yerine gerginlik ve kutuplaşma yönünde siyaset yapmasını doğru bulmuyorum.

Onlar işte bu yüzden siyaset yapıyorlar ve benim gibiler yine aynı sebeplerle olup biteni eleştiriyor.

Farkı, duruş yeri belirliyor.