Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Cumhurbaşkanı"nın en az tartışılması gereken kararları üzerine neredeyse küçük çapta bir kıyamet koptu. Rektör atamalarında köşkün tamamen "kanuni" tasarrufta bulunduğunu tartışmaya gerek var mı?

"Ama iki yıl önce başka türde içtihatta bulunmuştu" sızlanmasıyla Cumhurbaşkanı"nın kararında çelişki aramanın mânâsı yok. Evet, elbirliği ile beğenmiyoruz ama Sayın Sezer"in de kendine göre bir meşrebi, içtihadı, Cumhuriyet gazetesiyle muhât olsa bile bir dünya görüşü var ve netice itibariyle kanunun kendisine bahşettiği yetkiyi kullanıyor. Bu noktada eleştirilmesi gereken Sayın Sezer"in cumhurbaşkanlığı ile neticelenen o daracık süreçte oy sahiplerinin ve daha mühimi o oyları yöneten siyasi iradenin ayrangönüllülüğü olmalı.

E, artık "hukukî" ile "kanunî" kavramları arasındaki farkı da iyice öğrendik sayılır; bu bile kârdır. Kanun devleti ile hukuk devleti birbirinden farklı şeylerdir. Anayasaya göre Türkiye bir hukuk devleti, yani kanunların hukuka uygun olması gereken bir kamu nizamını benimsemişiz lâkin kanunla hukuk arasındaki açıklığı izâle etmek, o kadar kolay değil. Bir kısım "baba" anayasa hukukçusunun 27 Mayıs"ın ertesinde darbeyi meşru göstermek için nasıl alelacele "esbâb-ı mucibe" hazırladıklarını hatırlayalım; neticede darbe, 1924 Anayasası ile müesses kamu nizamını yıkıp yerlebir etmişti hani! İşte o "baba"lar, 61 Anayasası"nı da kendi elceğizleriyle hazırlamaktan da imtinâ etmediler. Aradan yirmi sene bile geçmeden, 12 Eylül"de bu defa darbeciler 61 Anayasası"nda kabahat bulunca yine bir kısım anayasacılarımız, "pilav olmadı lâpa" fehvâsıyla yeni bir anayasa versiyonunu mer"iyete sürdüler. Uzatmanın âlemi yok; kanunla hukuk arasındaki farkı herkesten ziyade bilmesi ve ilmî içtihatlarıyla bizzat kapatması gereken hukukçularımız bil"akis "hakkaniyeti ve ma"şeri vicdanı yaralayan" kanun uygulamalarını tasdik suretiyle hukuk şuurunun teşekkülüne menfi surette hizmet ettiler.

Cumhurbaşkanımız da bir anayasa hukukçusu; elbette rektör atamalarında 2547 sayılı kanunun va"zettiği kanuni uygulamanın komikliğini, neticede rektör tayininin "hikmet-i hükümet"in iz"anına terk edilmesinden doğacak mahzurları bilir; bizzat yürütmenin başında olmak yerine sade bir anayasa hukukçusu sıfatıyla şu düzenleme hakkındaki fikir beyan edecek olsaydı, büyük ihtimalle içtihadı aleyhte tecelli ederdi. O başka. Cumhurbaşkanı"nın kamuoyunda yarattığı hayal kırıklığı, görevinin şekil şartlarını şu veya bu suretle ikmâl etmesinden doğmuyor; tam aksine riyasetinin ilk günleriyle hâl-i hâzırı arasındaki yaklaşım farkı daha ziyade konuşulmaya değer bulunuyor.

Benim asıl hayret ettiğim husus, üniversite camiası içinden bizatihi "rektör seçimi" uygulamasına ciddi bir tepkinin gelmeyişidir. Neticede tayin edilenler seviniyor, iyi oy aldığı halde üzeri çizilenler -haklı olarak- "ben şimdi eşin dostun yüzüne nasıl bakarım; ne kabahatim vardı ki tercih edilmedim?" diye üzülüyorlar; sevinenler ve üzülenlere taraftar sayısınca ilavede bulunabilirsiniz ama bugüne kadar hiçbir üniversitede öğretim üyelerinin, "bu seçim değil olsa olsa ankettir ve neticede demokratik bir süreç değildir; dolayısı ile biz bu seçime katılmıyoruz" yolunda tavır koyduklarına şahit olmadık. Halbuki böyle bir irade beyanı, şüphesiz atamaların ardından sevinip üzülmekten daha aktif ve demokrat bir tavır teşkil ederdi.

Şu rektör seçimi meselesi kanundan çıkarılsa ve düpedüz, diğer bürokratik mercilerde olduğu gibi rektörler de, "hikmet-i hükümet"in ince öngörüsü ile tecelli eden tayin usulü ile işbaşına gelse ne güzel olur. Herkes farkında ama YÖK Kanunu, vaktiyle onu feci surette eleştirenler tarafından bile neredeyse "inkılap kanunu" derecesinde kudsiyet kazanarak tabu haline getirildi.

Kaderin istihzâsı; tabii anlayana!