Yağma yok; herkes kendi hikayesini anlatacak

Evvela lokomotif; ille de buharlı olacak. İstasyonda beklerken öfkeyle soluyan, yaşlı ve somurtkan bir amele gibi burnundan buhar ve duman, kulaklarından kızıl şerrareler fışkırtan o ondokuzuncu yüzyılın mekanik şâheseri, demiryollarının ilk ve asla eskimeyecek yegâne sembolüdür.

Zengin olacaksın birader, şöyle kıyasıya zengin; memleket kadar geniş arazi alıp ray döşeteceksin; ardından hurda demir fiyatına haraç mezat satılan (kalmış mıdır köşelerde bir yerde?) kelepir lokomotiflerden birkaç tane satın alıp, bir kenara kurduracağın loko bakım atelyesinde iş bilir eski ustalara bir güzel modifiye ettireceksin: Kara, kızıl ve beyaza boyatacaksın, üstüne pirinç dökümden bir TeCimDalDal amblemi, bir de güzelim ayyıldız çaktıracaksın. Takacaksın arkasına birkaç elden geçirilmiş tahta yolcu vagonu.

Eşi-dostu bindirip gezdireceksin.

Makinisti sen olacaksın; olur olmaz yerde düdüğün ipine asılıp sağda solda gaafil otlayan inekleri ürkütecek, yarım karışlık bataklıklara yan gelip Kleopatra gibi güzellik uykusunda mahmur geviş getiren mandaların keyfini kaçıracaksın.

Köprüler, viyadükler, tüneller yaptıracaksın; makineyi tünelin ortasında veya yalçın ve derin bir uçurumun iki yakasını bir araya getiren taş köprüde arıza varmış gibi durdurup yolcuların ödünü koparacaksın meselâ!

Yol üstünde rastladığın bahar çiçeklerini, yabani erik ve ahlat ağaçlarını sırf yolcular doya doya seyretsin diye keyfi molalar ihdas edeceksin; gelincik seyretme molası, iğde kokusunu ciğerlere doldurma molası, serin gözelerden su içme molası, dere kenarında çıplak ayakla yürüme molası, yeşil ve derin sularda çimme molası, dağlarda güneşin doğuşuna şahit olma molası (ve şahitlere birer sertifika vereceksin), karnı acıkanlara çökelik ekmek soğanla kifaf-ı nefs etme molası, koyu ağaç gölgelerinde iki saat kitap okuma molası...

Yanında kitap getirmeyen yolcuları orada dımdızlak bırakıp gideceksin düdüğü keyifle öttürerek... Kaybolacak değil ya herif, rayları takib ederek nasıl olsa bir istasyona vâsıl olacaktır.

O kadar parayı dağa-taşa, hurdaya-demire döken hercai tabiat, sıra istasyona gelince nekeslik eder mi arkadaşlar? Paşa keyfin kaç tane isterse, mimarları bir araya getirip "en güzel istasyon binası tasarlayana üç misli ödül vaad edip, paşa gönlün nereyi çekerse görenlere, "gayrı yeter, ben şuracığa yerleşsem gerektir; kurbanınız olayım, kimselere adresimi vermeyin" dedirtecek masal binaları konduracaksın.

Treni kara takkeli yol işçileri, kara üniformalı hareket memurları, revizörler, şunlar, bunlar karşılayacak. Parasıyla değil midir? Gişe memuru bile olacak ("yeter ulan bu maskaralık, ben tez elden köyüme dönsem gerektir" diye mızmızlık eden huysuz misafirlere dönüş bileti kesecek!)

Küçücük peronda simitçiler de olacak; kenarda bir çeşme akacak; isteyen yolcular ellerinde ağzı mantarlı galonluk şişelerle seğirtip içme sularını tazeleyecekler.

Birileri ayran satacak testilerde; portakal, erik, elma satacak, "mayahoş elma bunlar" diye övecek malını. Binanın arka tarafından horoz çığlıkları, tavuk gıdaklamaları, keçi melemeleri, eşek anırtıları yükselecek, saka kuşları, kanaryalar şakıyacak. Şen çocuk çığlıkları, karşı dağların yamaçlarında yankılanıp, pofurdayan lokomotif kazanının istim seslerine karışacak.

Trenin, "haydin gidek uşak, toparlanın ha!" düdüğü, tam da yolcuların, "ah ne olurdu da şu minik istasyonda biraz daha kalsaydık, çeşmesinden avcumuzla su içip, binanın böğründeki minik çay ocağında kaynayan semaverden tavşankanı çaylar yudumlasaydık" dediği anda ötecek. Az ilerdeki çalılıklardan iki ala keklik dertop olup çırpına çırpına uçuşacaklar.

Tadı damakta kalacak!

Tren tam hareket etmeğe başladığında camı indirip dışarıyı seyretmek için pencereye abanan âvâre yolcular, istasyon binasının üst katındaki pencere kenarına dizilmiş fesleğen, küpe, begonya ve karanfil saksılarına dikkat kesilecekler; bina tam göz menzilinden çıkmak üzere iken pencerenin kımıldayan perdesinin ardındaki gölgeyi farkedip zihinlerinde bütün tren yolcularının bin kere, onbir kere, yüzbin kere yazdıkları romanı yazmaya başlayacaklar.

Sahi senin böyle bir romanın var mı okuyucu arkadaş, ha?

Akşam olacak; ahşap vagonlar gıcırdayarak demir tekerleriyle raylarda gitgide aheklenen bir türküye dem tutmaya başlayacak.

Makinist ışıkları yakacak; ölgün sarı ışıklar, tren hızlandıkça ferlenip yolcu suratlarında hep aynı mânâyı tutuşturacak. Nevale sepetleri açılıp haşlanmış yumurta, kadınbudu köfte, taze soğan, pide çıkarılacak; arkasından üzüm, karpuz, şeftali.

Neden sonra makinistin megafondan yükselen hışırtılı sesi,

-Sayın yolcularımız, biraz sonra çay servisi başlayacaktır; herkesin bardaklarını hazırlamasını rica ederiz.

Birisi, tavana yakın yerdeki fileli raftan ud torbasını indirip akordunu yoklayacak; öteki kemanı kutusundan çıkarıp yayına reçine sürecek; ortalığı türüm türüm taze demlenmiş çay kokusu sararken sabâdan yol gösteren udun tıngırtısına keman ezelden beridir her nedense hicrana bulanmış tok sesiyle refakat edecek. Bir başkası,

"Uzayıp giden o tren yolları

Açılıp sarmıyor yârin kolları" şarkısına başlayacak; sıra,

"Bir beyaz mendilin sallanışını

Unutmam o gece ağlayışını" mısralarına gelince birilerinin boğazına yumruk gibi bir şek tıkanıverecek, tren aniden kat be kat çoğalıp yankılanan tekerlek sesleriyle bitmeyen tünellerden birine girecek. Udi çayından bir fırt çekecek...

...

İnce bir düşünce sûretine bürünüp, daha tüneller zincirinin bitmeyen baklalarından kimbilir kaçıncısından kurtularak bir yenisine dalmaya azmeden trenden bir çırpıda yükselecek, kanadına kuvvet dağların ucasına erdikten sonra, Kutup yıldızını kerterizleyip yeniden o küçük istasyona döneceksin. İstersen ince bir düşünce sûretine bürün, istersen alacalı bir üveyik ol, senin bileceğin iş. Hırçın yamaçların kuytuluğuna sığınmış gibi duran istasyonu ancak birkaç pencesinden dışarı süzülen zayıf elektrik ışığından tanıyabilirsin.

Git, begonya saksısının durduğu pencere damlalığına iliş. Beyaz işi perdenin nasılsa aralık kalmış bir kenarından içeriye hırsızlama göz at; daha cür'etkârsan yine ince bir düşünce ol ve gecenin ferahlığı gibi sız içeriye.

İçerde kaç kişi var? İki, üç?.. Çocuklar?

...

Haydi, şimdi sen anlat okuyucu kendi istasyon hikâyeni.


Kaynak (Arşiv)