Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İşin teorisini çoğumuz gibi ben de biliyordum elbette; gözümüze rengini veren iris tabakasının hemen ardında ince kenarlı bir merceği andıran organik bir mercek vardı.

Bu mercek, gözümüze muhtelif uzaklıklarda bulunan nesneleri bütün netliği ile görebilmemiz için şişip daralabilen, esnek bir yapıya sahipti. Yaş ilerledikçe mercek esnekliğini kaybedip sertleşmeye başlayınca artık yakındaki şeyleri eskisi gibi net göremez hale geliyorduk. Yaşlı insanlar işte bunun için yakın gözlüğü kullanıyorlardı.


Beni ilgilendiren bir şey değildi; özellikle yakınımdaki şeyleri, yani genellikle okuduğum kitabın harflerini cam gibi net görebiliyordum. Yaşıtlarım arasında yakın gözlüğü kullanmaya başlayanlara, “Erken çaptan düştün.” diye takılıyor, iyi görebildiğim için gizlice böbürleniyordum.

Hele hele bir şey okumak gerektiğinde, “Bu harfler pek ufak tefek, daha büyük puntoda dizilmiş olmalıydı.” diye yakınanlarla açıkça alay ettiğimi de itiraf edeyim. Harf büyüklüğü diye bir problem yoktu benim için. Ee, gençtik!

Şimdi bu küstahlığımın cezasını her gün ödüyorum.


Bilgisayarda yazmaya başladığım zaman bir nevi alışkanlık –veya siz buna rahatlıkla saplantı da diyebilirsiniz- standart Times font karakterinin 12 puntosunu kullanırdım.

Günün birinde puntoyu 14’e yükseltmenin harfleri daha yakışıklı gösterdiğini düşünmeye başladığımda alarm zilinin çaldığını hissetmem gerekirdi. Punto ölçüsünü 16’ya çıkardığımda ise artık resmen ve alenen bir hipermetrop sayılmam gerektiğini anlamıştım.

İnternet yaygınlaştıktan sonra çokça ziyaret ettiğim site sayfalarında harfleri büyütme seçeneğinin olmamasına öfkelenmem de aynı şeye işaret ediyordu: Vaktiyle ettiğim küstahlığın bedelini şimdi, ancak yakın gözlüğü sayesinde okuyabildiğim internet sayfalarındaki harfleri büyüterek ödüyorum.


Doğrusu, yakın gözlüğü kullananların halleri hep birbirine benzer; kimi iple boynuna asar (ki birkaç defa teşebbüs ettiysem de yemek tabağına girmeye başlayınca vazgeçtim), kimi sert bir kutuda çantasında gezdirir, kimi de artık pek raslamadığım tarzda meşinden yapılma esnek bir kılıf içinde cebinde taşır.

Gerektiğinde itinalı ve ölçülü hareketle gözlüğü kılıfından çıkarıp titiz bir eda ile burun kemerine yerleştirdikten sonra kaşlarını çatmaları hep hoşuma gitmiştir.


En çok hoşuma giden gözlük taşıma tarzı “entelektüel” olanıydı. İri ve dolgun bir kalemi andıran kılıfın içine katlanarak yerleştirilen tel çerçeveli gözlükler insana farklı bir hava veriyor, insanda, “dikkat et, bu önemli adam” duygusu uyandırıyordu. Bu tip gözlüklerin, gençleri özendiren bir edası vardır.


Gözlerimin en hurde teferratı çakmak gibi gördüğü günlerde merak eseriyle bazen birinin yakın gözlüğünü alarak takıyor, “Aa büyüteç gibi bir şey bu.” diyordum.

Günün birinde, nasıl oldu tam hatırlamıyorum, -gazeteydi galiba- yazıyı kendimden uzağa doğru götürerek harfleri netleştirmeye çalıştım. Böyle yaparak bir şeyi okumaya çalışanlar aklıma geldi ki genellikle yakın gözlükleri el altında olmadığı için böyle yaparak problemi çözmeye çalışıyorlardı.

Artık sıra bana gelmişti anlaşılan...


Yakın gözlük kullanmak, anlatmaya çalıştığım gibi psikolojik bir eşik teşkil ediyor. Kendini hâlâ genç zanneden, “Pirenin bacaklarını bile görebiliyor, Karınca Duası’nı bile çıplak gözle okuyabiliyorum” diye tafralanan takımı için yakın gözlüğü takmak, saçların ağarması, belin bükülmesi, eklem romatizması sızılarının başlaması ve ceplerinden birinde gündelik ilaçların konulduğu bir ilâç kutusu taşımak gibi bir şey manasına geliyor.

Kabul edilir bir şey değildi yani...


Ne var ki gidip bir yakın gözlüğü almaktan başka yapılacak bir şey yoktu; öyle yaptım. Evvela muayene, sonra çerçeve seçimi ve ilk günlerde içi para dolu bir cüzdanmış gibi itina gösterilen bir gözlük sahibi olmak henüz işin başlangıcı sayılırdı. Benim için asıl mesele, bu gibi şahsi eşyaları bizzat idare edemeyecek kadar savruk, unutkan ve ihmâlkâr biri olmamdı ve kısa zamanda anlaşıldı ki bana gözlük değil gözlükler gerekiyordu.

Bir şekilde kaybettiğim yakın gözlükleri daha şimdiden küçük bir koleksiyon teşkil edecek derece fazlalaştıktan sonra bu duruma bir çare bulmak gerektiğini anladım.


Gözlükçü ahbaplar kızacak olsa da benim gibiler için en iyisi, kaybedildiğinde ahlanıp vahlanmaya değmeyecek cinsinden ucuz, “iş görsün kâfi” ölçüsüne uygun, sıradan gözlükler edinmekti.

Yani kaldırımlarda satılan seyyar gözlük tablalarını incelemenin zamanı gelmişti. Önceleri kaldırımdan gözlük almayı, korsan kitap satın almak gibi gayrımeşru, hatta ayıp bir alışveriş sanıyordum. Avrupa’da pek çok markette aynı usulde numaralı yakın gözlüğü satan reyonları görünce, “Aaa, korsan değilmiş” diye hayret ettiğimi hatırlıyorum. Elbette arada kalite farkı var fakat eğer her çantanızda, her ceketinizde, çalıştığınız her masada, yatak odasında, mutfakta, otomobilde birer yakın gözlüğü bulundurmak zorunda iseniz fazlaca tercih imkânınız da kalmıyor demektir.

Aman dikkat, plastik camlı gözlüklere sakın iltifat etmeyiniz ve uzman raporu olmaksızın, “Bana tam uydu” diyerek rastgele yakın gözlük edinmeye kalkışmayınız. Dünyanın hiçbir gözlüğü, gözün kendisi kadar değerli değildir.


Her nesne gibi gözlüğün de tarihi var: Beşeriyetin yakın gözlükle tanışması yeni sayılmaz; 1300’lü yıllar, yani 14. yüzyıl. Şöyle böyle iki asır süreyle gözlük hayli lüks ve pahalı bir nesne olarak kaldı. Ne var ki bu nedretin, gözlüğe ihtiyaç duyan insanlar arasında büyük bir üzüntü husule getirdiğini düşünmemek gerek: Okumak, endüstri çağına kadar az sayıda insanın marifeti olarak kaldı ve yakın gözlüğü ilk olarak okuyuculara hizmet etti ve yakın zamanlara kadar kitap okuyucularını temsil eden bir nesne olarak entelektüel görüntünün ayrılmaz parçası oldu.

Bugün bile ince kesilmiş camlı ve tel çerçeveli bir gözlük kullanan birinin “fena halde entelektüel” biri olduğu hakkında fikir yürütebilirsiniz.


Durum biraz gülünç görünüyor ama eh, o kadar da dramatik sayılmaz. Meselâ, “Ben her çerçeve, rastgele gözlük camını gözüme layık görmem arkadaş; kalite ararım, stil ararım” diyenlerden değilseniz başka bir seçenek daha var. Gözlük mağazalarında pek müşkülpesend olmayan benim gibi müşteriler için hayli hesaplı ve şık gözlük (elbette reçeteli) edinebiliyorsunuz. Fiyat yaklaşık olarak şöyle: Şık ve asil bir gözlük fiyatına, ucuz ve pek asil olmayan çerçeve seçmek suretiyle sekiz-on iş görecek gözlük edinmek mümkün.

Nerden biliyorsun demeyiniz lütfen, biliyorum işte! [email protected]