Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kendimce olup bitenlere şöyle bir izah getiriyorum: “Bu meseleyi artık yargının çözmesi gerekir” diyor Meclis Başkanı Çiçek ve ilâve ediyor: “Halbuki yargı, sorunları çözmek için vardır.

Maalesef uzun uzun tutukluluk süresi önümüze problem olarak geliyor. Yargının bunu bir şekilde çözmesi lazım. Çözmediği sürece kendisi tartışma konusu oluyor.”

Yargıyı çözüm yeri ilân etmek ne kadar doğru? Çözüm yeri, Sayın Çiçek’in başkanlığını yürüttüğü Meclis olsa gerektir; bu durumda gerek Başbakan’ın, gerek Meclis Başkanı’nın sözleri, yargıyı kamuoyuna şikâyet etmek gibi bir mânâ kazanıyor. Yargı ağır işliyorsa, personel ve altyapı sıkıntıları varsa sıkıntıyı gidermek siyâsetin görevi; kezâ Meclis’in ve dolayısıyla hükûmetin çıkardığı kanunlar yetersiz kalıyorsa çözüm yeri yine siyâset. Yargı bürokrasisinden sızlanmak problem çözmez. Siyâsette ve devlette yılların tecrübesini temsil eden Meclis Başkanı, bu basit alfabe işlemlerini hepimizden iyi bilir. O halde?

Psikolojide “Yansıtma” kavramı, “Kişinin kendisine söylemesi gerekenleri karşısındakine söylemesi; kendisine lâyık görmediğini başkalarına yakıştırması” diye tarif ediliyor basit olarak. Uzun tutukluluk süreleri, elbette yargı zaafıdır. Zanlının hakikatte suçlu olup olmadığını bile ikinci derecede düşürecek derecede vahim bir süreçtir ama problemin çözümünü yine yargıdan beklemek, sayıca muktedir bir siyasi heyetin sözcülerince telaffuz edilmemeliydi.

Hükümetin psikolojisinde bir değişiklik seziliyor. Başbakan, tutuklu yüksek subayların terörist diye adlandırılmasını ve bir kısmının pekâlâ tutuksuz da yargılanabileceklerini ifâde ederken, siyâseten gereğini yapmak yerine kamuoyuna hitab etmeyi tercih ediyor; bu anlamlı bir tavırdır ve “Bakınız, biz sürecin içinde değiliz, berîyiz; yargı takdir yetkisini olumsuz yönde kullanıyor” mesajını ihtiva ediyor.

Peki, mesaj kime ve niçin veriliyor?

Bu soruların cevabını, “bir kısım medya”nın haber ve köşe sütunları arasında kısa bir tur atarak kolayca bulabilirsiniz. Basında Ergenekon ve Balyoz Muhipleri Cemiyetinin yeminli fedaileri gibi davranan çevrelerin “Ha, demek ki biz haklıymışız!” ortak ifadesinde birleşmesi pek mânidardır ve hükümetten yargıya yöneltilen açık eleştiriler, hükümet mevzilerinden sallanan bir mütareke bayrağı gibi algılanmaktadır.

“Biz yanlış işlerden berîyiz, kötü olan başkalarıdır” yaklaşımına daha önce de tevessül edilmişti, ayrıntıları hatırlatmaya gerek yok. Benim gördüğüm, önümüzdeki iki yıl içinde hükümetin, kendisini destekleyenler yelpazesinde bazı tasfiyeler ve yeni açılımlar arayışı içinde olduğudur. Yaşanan yüksek gerilimli günler, âsâp yorgunluğuna yol açmış, yeni arayışları gündeme getirmiş olabilir; yeni müttefikler, yeni güç odakları, yeni yol arkadaşlıkları ama mutlaka ve mutlaka bir önceki seçimde başarı çıtasını tesbit eden yüzde 49,5’un altına düşmeme kaygısının çok tayin edici olduğunu zannediyorum. Yarım puanlık bir düşüşün bile zaaf işareti sayılması yüksek ihtimâldir ve bu yüzden Türkiye’de gayrıresmî iktidarın sacayaklarıyla sulh olmak, muhtemel destek kayıplarını telafi edebilecektir.

Mart sonunda yeni anayasa taslağının alacağı şekil, Türkiye’nin 2023 stratejisini büyük ölçüde belirler. İçine başkanlık sistemi konulmuş bir taslağın referandumdan çıkması şu anda çok riskli görünüyor çünkü bu referandum için başarı çıtası yüzde 50’nin bir üstü değil, 57,9 olacaktır.

“Şimdiye kadar yaptığım bütün hesaplar tuttu; bu da tutar!” yaklaşımının ne kadar güvenilir olduğu iki yıl içinde görülür. Basit bir tahmin daha: İmralı görüşmeleri, hükûmet için, başkanlık sistemi ile idrak edilecek 2023 vizyonunun miftâhı gibi duruyor.