Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

-Osmancığım bak tane tane söylüyorum; bizim orada verimli olacak birine ihtiyacımız yok. Bizim orada dik duracak bir adama ihtiyacımız var.

-Dik duracak derken neyi kasdediyoruz ablacığım; yani şöyle güçlü-kuvvetli, uzun boylu, enine-boyuna, yarlı-yakışıklı biri filan?

-Hayır Osman hayır, anlamıyorsun; dik duracak ne demek lütfen? Öyle her höt-zöt'e pabuç bırakmayacak, yargının bağımsızlığını arslanlar gibi savunacak, örgüt disiplininden ayrılmayacak, dediğimizi yapacak kararlı bir arkadaşı kasdediyorum... Yargı bağımsızlığı çok önemli Osman...

-Tabii, yargı bağımsızlığı çok önemli; yargının bağımsızlığına karşı yanlış yapanlara engel olacak, halkın yeniden yüksek yargıya güvenmesini sağlayacak insanlar değil mi?

-Hayır Osman hayır; yargı bağımsızlığı demek, bizim arkadaşlarımızın işine bizden başka kimsenin karışmaması demek; üff Osman sen hangi gezegende yaşıyorsun kuzum?

-Şey yani...

-Yanisi kaldı mı Osman, örgütümüzün orada haklarını koruyacak, hatta örgütün militanlığını yapacak biri lâzım bize. Yüksek yargıda bizim gibi düşünmeyen insanlar olmasının ne anlama gelebileceğini bilmiyor musun?

-Hıı, ben de sanmıştım ki...

-Ne sanmıştın Osman, ne sanmıştın?

-İşte ne bileyim, kafası çalışacak, belirli konularda rapor hazırlayabilecek, entelektüel birikim ve donanımı olan, medya karşısında güzel konuşan, etkili, havalı, hatta şık biri...

-Allahümme saabiriiin; Osmancığım, sen yorma kendini böyle ufak-tefek şeylerle; biz o işleri hallederiz. Raporumuzu-maporumuzu yazarız biz; onun öyle ince işlere kafa yormasına gerek yok ki, bize orada kapıyı tutan, talimatımızı yerine getiren böyle arslan gibi militanlar gerek.

-Anladııım...

-İyi, o zaman dönüşte çay ocağının yanından geçerken bize bir bergamotlu çay, bir de.., pardon ne içerdiniz şekerim?

-Ihlamur alayım ben hafif üşütmüşüm de üzerinize âfiyet.

-Bir de ıhlamur söylersen çok sevinirim, zahmet olur.

-Peki ben gideyim öyleyse...

-Aa, oturuyorduk ama, acele ettin Osman, unutma kalem efendisi istemiyoruz, anlaştık mı? Eveet, ne diyordum, efendim bu ülkede elini taşın altına sokmaya üşenen bir yığın adam var, fesleğen gibi çıtkırıldım saksı bitkisi mübârekler. Bunları tasfiye etmemiz lazım değil mi ama?

-Tamamen haklısınız hamfendi, tasfiyeyle filan uğraşmak gereksiz; yok edici bir ekiple çalışmak lazım...

-Keh keh keh, evet yok edici; ne oluyor? Ceza işleri bizde, personel bizde, teftiş bizde... Anlatabiliyor muyum? O zaman bakalım hükümet istediği gibi icraat yapabilecek midir? Diklenirlerse al sana yüksek mahkeme kararı, itiraz ederlerse bir daha, sızlanırlarsa bir daha, bir daha...

-Pekii, ya hesaplarımız tutmazsa ne olacak; diyelim ki referandumu kaybettik, kalelerimiz birer birer düştü; ne yapıciiz o zaman?

-Kolay, çok kolay; o zaman birini bulur, ona "Yüksek yargıyı militanlar ele geçirdi" diye demeç verdiririz; nasıl olsa basındaki gücümüz hâlâ yerli yerinde. Ortalığı ayağa kaldırırız. En iyi savunma kontrataktır, futbolu sen benden iyi bilirsin!

-Estağfurullah; sizde bu dirayet bu zekâvet oldukça ne haddime hamfendi? Yalnız bu hesabın küçük püf noktası var. "Yüksek yargıyı militanlar ele geçirdi" dedirtecek birini bulmak ve ona bu cümleyi söyletmek! Nereden buluruz böyle "önemli" bir arkadaşı?

-Aşkolsun, vallahi aşkolsun; düşündüğünüz şey bu olsun. Bulunur efendim bulunur; günü gelince görürsünüz. Yeter ki o günlere kalmayalım dearmişim!