Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Adolf A. Berle, ülkemizde pek kadri bilinmeyen "İktidar" isimli eserinin girişinde iktidarın kanunlarını sıralarken diyor ki: "İktidar, istisnasız bir fikir veya felsefe sistemine dayanır.

Böyle bir sistem veya felsefe bulunmazsa iktidar için elzem olan müesseseler, güvenilir olmaktan çıkarlar, iktidar tesirini kaybeder ve sonunda iktidarı elinde tutan kimse devrilir." Dördüncü kanun ise ona göre şöyle: "İktidar, müesseseler kanalıyla yürütülür ve müesseselere dayanır. Bu müesseseler varlıklarıyla iktidarı sınırlar, kontrol eder ve sonunda iktidarı bahşederler veya geri alırlar" (Meseleye geçmeden bu kitabın 1979'da Tur Yayınları tarafından neşredildiğini ve bir süre önce kaybettiğimiz rahmetli Nejat Muallimoğlu'nun zengin Türkçesiyle tercüme edildiğini de belirtmeliyim).

Bu varsayımlardaki iktidar kelimesini "devlet"le değiştirerek yeniden okursanız mânâ sâkıt olmuyor.

Cumhuriyet'in kuruluşu ile radikal bir iktidar değişikliği vuku buldu. Yeni muktedirler, iktidarlarını yeni bir fikir veya felsefe sistemine dayandırdılar ve yeni kurumlarla iktidarı pekiştirmeye çalıştılar. Bu fikirler ve kurumlar, bugün anayasanın teminatı altındadır ve devlet elitlerinin ağzında -çok kullanılmaktan ötürü- giderek tesirini kaybeden bir diskura dönüşmektedir. Doğru veya yanlış, isabetli veya berbat olduklarını tartışmıyorum; fikir ve kurum olmak itibariyle teoride berbat ve yanlış dahi olsalar doğru uygulamalarla yine iş görürlerdi. Ne var ki kurucu felsefeye ve temel kurumlara karşı fiilen gösterilen inançsızlık artık bir devlet krizi şeklinde tecelli etmeye başladı. "İnançsızlık" kavramını bilerek tercih ettim çünkü devlet elitlerinin kurucu felsefeye ve temel kurumlara yaptıkları göndermeler, samimi inançtan mahrum oldukları intibâını veriyor. İnanılmadan savunulan değerler, Berle'ün tâbiriyle güvenilir ve saygı duyulur olmaktan çıkıp pörsüyorlar.

Bugün tam o yerdeyiz işte.

Çeteci olduğu ileri sürülen kişilerin telefon konuşmaları çarşaf çarşaf yayınlanmakta; o edâya dikkat ediniz, o konuşma edâsı, imâlar ve atıflar önemlidir: Adam, devletin en yüksek ve en itibarlı yargı kuruluşunda milyon dolar cinsinden rüşvetle iş çözebileceğinden bahsediyor; belki de dolandırma kasdıyla bu kelimeleri telaffuz etmiştir, belki de bir kısım yüksek yargıçlara gıyâblarında iftira etmektedir ama bu gibi şeylerin telmihi bile çürütücü, kokutucu bir tesir yapıyor. Mahkemelerin mehâbeti çok geniş bir kavram olarak idrak edilmeli; sadece duruşma salonundaki disiplin ve otoriteden ibaret değildir mehâbet. Kara bir gecede kara bir taşın altındaki kara bir karınca bile yargıdan söz ederken sesinin rengine ve tonuna huşû ve edeb libâsı bürümek zorunda hissetmelidir kendini.

Balık nasıl baştan kokuyorsa, devletin zevâli de yargıdan başlar; bu hükmün lâmı-cimi yok.

Şimdi herkes, "hükümet pisliklerin üzerine gitsin, siyasi irâde koysun ortaya" akılları vermekle meşgul. Hükümet bir anayasal kurum olarak ancak kendi zaaflarından sigâya çekilebilir. Yargıyı, devletin rüknü ve temeli cinsinden bir anayasal kurum olarak yüceltmek ve herkesin samimi hürmetine muhatap kılmak, evvelemirde yargı mensuplarının sorumluluğu ve ızdırâbı olmalıdır. Tam bu noktada "vicdanla cüzdan" yakınmaları yapıldı; hiç hoş olmadı. Yargı mensubu sıradan kamu ajanı değil; bu sıradışılık elbette ücrete de aksetmelidir ama bunun yanında yargı mensuplarında kapalı, sıradışı, hatta neredeyse aristokrat bir zümre gibi üstün bir sınıf teşkil ettikleri bilinci de yerleştirilmelidir. Adliye binalarımız lâfla değil, hakkıyla "saray" olmalıdır ve bu kurum yasama ve yürütme gibi sair iktidar alanlarında müessir olmak yerine sadece adaletin terazisini omuzlamalıdır.

Böyle bir reforma kimin niyeti varsa, biz onlarla beraberiz.