Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Özal yaşamış mıydı?"

İç siyaset açısından son on yılın en mühim hadisesi bence, 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın "sürpriz" ölümüdür; ölüm ve sürpriz kelimelerini yan yana kullanmanın garipliğini biliyorum: Hiçbir ölüm sürpriz sayılmamalı; ama Özal'ın ölümünün, Türk siyasetinde havsalaya sığmaz sürprizlere yol açtığını kabul etmeyenimiz var mı?

Turgut Özal "sakar" bir reformcu idi; zaman zaman zücaciye mağazasına girmiş bir fil gibi davrandığı da oldu; ama netice itibariyle o bir siyasetçi değil, reform hedeflerini kararlılıkla gözüne kestirmiş bir teknisyendi. Taktisyenliği su götürebilir; ama teknisyenliği asla. Üstelik reformcuların, ormanda yol açarken "çevre"ye bir miktar zarar verdikleri de bilinmeyen bir şey değildir; bütün ilaçların prospektüsünde "yan etki"ler konusunda ikaz edici notlar görürsünüz. Ne var ki bugünün Türkiye'sinde Özal'dan kalan yegane siyasi miras, hızlı hareket etmek zorunda olduğunu bilen bir reformcunun ardında bıraktığı "yan etki"lerden ibaretmiş gibi bir manzarayla karşı karşıyayız. Turgut Özal'ı gerçek manada istihlaf ettiğini ileri süren bir küçük partinin, seçimde esamisi okunmuyor; Özal'ın kurduğu parti ise, "üzerlik" kabilinden arka fonda görülen fotoğrafı dışında Özal'ın siyasi varisi olduğunu ima edecek en küçük kımıltıdan bile ürküyor gibi. Geçenlerde "Özal'ın gerçek varisi biziz" cinsinden bir cümleyle çıkış yapan parti sözcüsü ise, temsil ettiği fikriyat namına inandırıcı olmaktan çok uzaktı.

"Özal öldü; ama onun çizgisi behemehal takip edilmeli" gibi bir endişem yok; sadece, yakın tarihimizde bir devre ismini verme başarısını gösteren bir siyasi hareketin, bu kadar kısa zaman içinde gücünü kaybetmesi ve hatta silinip gitmesini izahta güçlük çekiyorum. Memleketimizde "tek parti" devrinin ihyasını ciddiyetle savunan bir siyaset geleneğinin takipçileri bile barajları zorlarken, eğrisiyle-doğrusuyla, -şu günlerde tasavvuru bile mümkün olmayan- reformlara imza atmış bir siyasi ekolün "adem"e mahkum edilmiş olmasını manidar buluyorum. Kabus filmlerinde birilerinin bazen aktörün geçmişini silmek ve böylece onu içinden çıkamayacağı bir şahsiyet krizine sokmak için akıllara ziyan kumpaslar kurmasını hatırlatan bir tuhaflık var bu işte.

Seçimlere neredeyse bir ay kaldı; galiba bu seçim, seçilebilecek yerlerde aday olmayı başarabilenlerden başka kimsenin heyecanlanmadığı bir seçim olarak tarihe geçecek. Program diye süslü-balonlu kampanyalarla, cicili bicili reklamlarla kamuoyuna duyurulan şeyler, bir yatılı mektep mutfağında pişirilen lahana kapuskası kadar bayat ve klişe laflarla dolu, bel kemiksiz metinlerden ibaret. Galiba bazıları, "seçim seçim diye sayıklıyordunuz, alın size seçim!" diyebileceği bir soğuk intikam tarzını tercih etmiş olmalı. Bu programları okuduktan sonra insanın, "ee, daha başka ne var?" diye sorası geliyor. Bu program ve heyecan fıkdanında Özal'ın vizyonunu taklit etmek, bana göre merkez sağ veya merkez sol partilerinden herhangi birisi için, nice zahmetlerle tertip edilmiş halihazırdaki programlardan daha çok etki ve heyecan uyandırabilirdi pekala. "Bu taklittir, taklit bize yakışmaz" diyecekler ise en azından Özal'ın reformcu vizyonunu aşacak ve onu gölgeleyecek enerjiyi bize hissettirebilmeli idiler.

1999 tarihi itibariyle Özal'ı aşmış olmamız gerekirdi yani.

Bugün Özal'ın nam ü nişanesi, hayatlarının en manidar eylemi olarak Özal'a sövmeyi becerebilmiş birkaç "araştırmacı gazeteci"nin küfürbazlık günlerini hatırlaması dışında kalmadı. Sanki böyle birisi hiç yaşamadı; "efsane söyledi ve gitti!"

Bu tuhaflığı kendimce izah edebildiğim bir senaryo tasarlayabiliyorum; ama bu senaryoyu sizlerle paylaşmak yerine -bir tarihçi sabrıyla- beklemeyi tercih edeceğim.