Yazık ettiniz 'Denizlere'!..

Ölenin, hele suç ile ceza arasındaki denge gözetilmeden verilmiş politik idam kararlarıyla asılanların ardından ileri-geri konuşmak kültürümüzde yok. İngilizler, "Maslubun evinde ipten bahsedilmez" derlermiş, doğrudur, en azından nezâket bunu gerektirir. Aynı nezâket kuralı, birkaç günden beri popüler solculuk nezlesinden kurtulamamış basın organları tarafından -bu defa tersinden- görmezden geliniyor.

"Denizler" edebiyatından bahsediyorum; "Denizler" tâbiri, ses değeri ve edebî titreşimlerine ilâveten Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı bir arada anmak için kullanılıyor ve tuttu. Sol gazetelerimiz, bu üç genci, "Fidanlar, yenilmeyenler, demokrasi mücadelesinin yılmaz simgeleri" türünden romantik sıfatlarla niteliyorlar.

Bu üç adam, nâhak yere idam edildiler; işledikleri cürüm ile çarptırıldıkları ceza arasında müthiş bir oransızlık vardır ama onların mahkemeye nâhak yere verildikleri doğru değildir. Karıştıkları ufak tefek şiddet eylemlerini saymıyorum; "Denizler" 1971 yılında bir bankanın Ankara Emek şubesini THKO adına soydular ve paralara halk adına el koydular; üç ay sonra yine aynı örgüt adına Balgat'ta dört Amerikalı eri kaçırdıktan sonra, sıkıyönetimin bütün Ankara çapında ev ev arama yapması üzerine serbest bıraktılar. 12 Mart rejiminin dekorunda "Denizler"in yaptığı sansasyonel eylemlerin payı büyüktür.

Esasen "Denizler", sosyalist mücadelede Milli Demokratik Devrim, yani MDD tarzını benimsemiş ve bu uğurda öncü militan görevlerini daha iyi yerine getirmek için Filistin'deki gerilla kamplarına katılmışlardı.

MDD'cilik kısaca şu: Denizler ve yandaşları, Türkiye'de devrimin işçi sınıfının örgütlenmesi veya köylülerin tırpana, yabaya sarılıp feodaliteyi yıkmasını bekleyemeyecek kadar "acul" eylemcilerdi; onların hesabı bir türlü gelmeyen devrimi iki safhada sezaryenle zorla doğurtmaktı: İlk safhada bir kısım "Genç Subaylar"ın aracılığı ile askerî bir darbe (Kulağa yabancı geliyor mu?) kotarılacak, bu yolla devlete ve üretim araçlarına el konulduktan sonra proleter devrime geçilecek ve işçi sınıfının hakimiyeti sağlanacaktı. Türkiye'de sol eylemcilerin kanundışına itilmelerine, şiddete bulaşmalarına sebep olan fikir budur. O günlerde parlamenter demokrasiyi adam yerine koymuyor, "Burjuva demokrasisi" diye resmen aşağılıyorlardı. Onlar, banka soymaya, adam vurmaya, devrimci zor kullanmaya özendirildiler, işledikleri cürümler hoş gösterildi, meşrulaştırıldı, şimdi de takdîs ediliyorlar. Ne gariptir ki, "Denizler"i o günlerde böyle düşünmeye ve yapmaya özendiren fikir babalarının önemlice kısmı hayattadır ve çoğu hâlâ aynı hülyâyı sayıklayıp durmakta.

Bazı sosyalistlerin darbeseverliği böyle başladı; hâlâ sürüyor.

Bugünün gençleri, "Denizler"i, çevreci, barışçı, şiddetten uzak duran, Greenpeace tarzı hoşgörülü eylemciler sanıyor. Öyle değillerdi; Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı değil ama sonradan gelenler ellerini kana da buladılar; daha beteri, karşı şiddete, devletin orantısız şiddetine davetiye çıkardılar. Türkiye sıkıyönetimlerle yönetilmeye o günlerde başladı. Sadece 12 Mart değil, 12 Eylül de o sürecin bir sonucudur.

"Denizler", Türkiye'de sol hareketin doğrularını değil yanlışlarını temsil ediyor. Aradan kırk yıl geçtikten sonra o yanlışlarla yüzleşememek fikir hayatımızda büyük kalite, zaman ve kaynak kaybına sebep olmuştur.

Yazık!


Kaynak (Arşiv)