Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Ama sen insan öldürüyorsun" dediğinizde, "Kesinlikle yanlış anlıyorsunuz; siz de bize saldırıyorsunuz. Biz barış için, acıları azaltmak için şiddet kullanıyoruz" cevabı artık mekanik bir biteviyelik kazandı. İnandırıcı ve sevimli olmuyor.

Nâzik tabirle Silahlı Kürt unsurları, öteden beri bildikleri yegâne dile yeniden döndüler ve devletin açık hedeflerine saldırmaya başladılar. Bu unsurların bir başka siyaset dili bilip bilmedikleri konusunda artık ciddi şüphelerim var. "Dediklerimi yerine getirmezsen seni öldürürüm" anlayışı üzerine siyaset kurmaya çalışıyorlar. Ramazan başlayalıberi giriştikleri eylemlerin kendilerince bile izahı yoktur; cinnet hâlidir. Barış ve çözüm ihtimâlinin en yükseğe çıktığı anlarda başlayan cinayetlerin başka mânâsı yok: bir nevi sayıklama hali, bir nevi patolojinin köklerine dönüş nöbeti...

Parlamentoda partileri var ama bahanelik şeyler bulup yemin etmiyor, sisteme karşı dayılanıyor, "Hiç önemli değil sizin yargılamanız, ceza vermeniz, parti kapatıp tutuklamanız filan; yıllardır yargıladınız da ne oldu?" diyerek kesinlikle haklı olduklarını tekrarlıyorlar. Dışa açık gibi görünen ama sadece kendini tekrarlayan tehlikeli bir mantık.

Artık şu kanaate geldim: Silahlı Kürtler çözümden nefret ediyor, çözümsüzlük ve gerilimden besleniyorlar. Onlar Türkiye'yi rahatsız etmek, öfkeyi yükseltmek istiyorlar; büyük askeri operasyonlar yapılmasını, faili meçhullerin yeniden başlamasını istiyorlar; sıkıyönetimler, hapishane işkenceleri dönemi geri gelsin gibi temenni içindeler sanki. Türkiye'nin ivme kazanmasından garip şekilde huzursuz oluyorlar.

Her şehit haberi geldiğinde, büyük siyasi risk göğüslemek pahasına elini taşın altına koymuş hükümetin eli zayıflatılıyor. "Açılım" yapmaya kalkıştığı için hükümetin enayi durumuna düşmesinden büyük keyif alıyorlar; öyle olmalı çünkü açılıma en büyük darbeyi silahlı Kürtler indirmişti. Hükümetten nefret ediyorlar, bu anlaşılır bir şey fakat Türkiye'den de nefret ediyorlar. Mesele, demokratik müzakere usulleriyle, konuşarak, kavga etmeden çözümlenecek diye silahlı Kürtlerin ödü kopuyor. Kendisiye barışık, önünü gören, tökezlemeden yürüyen, özgüveni yüksek bir Türkiye istemiyorlar.

Şehirlerde, kasabalarda Türkiye'nin dört bucağında komşularıyla sızıltısız yaşayan Kürtlerin kütle çekim gücünü kötüye kullanıyorlar. Bu akılları kim veriyorsa Kürtlere yazık ediyor; özellikle silahlı mücadeleyi tasvib etmeyen fakat demokratik yollarla hak edinmek isteyen Kürtlerin büyük çoğunluğu, dağdaki silahlıların rehinesi gibi görünüyor.

Silah patladığında sesini duyuyoruz; ölenlerin kanı hepimizin üzerine sıçrıyor fakat o büyük ve sessiz kitlenin sesi gelmiyor; yazık oluyor.

Şimdi yeni bir yol ayrımı görünüyor: Seçimlerden sonra bile Türkiye'ye hakim olan iyimserlik havası içinde Öcalan'ın üç tuğlu vezir yapılması, makul bir genel af, daha çok kültürel haklar ve özellikle daha güçlü mahalli özerklik konusunda şöyle bir hava vardı kamuoyunda: "Mesele kapansın, yeter ki evlatlarımız ölmesin, sulh olsun!" Bu durumda yine de "Şehitlerimizin kanı yerde kaldı" edebiyatı yapanlar çıkacaktı elbette ama bir yerde değecekti netice itibariyle, Türkiye buna hazırdı. Artık değildir. O fırsat kaçtı. Hükümetin ve devletin fazla tercihi kalmadı. Silahla siyaset yapmaya kalkışan behemahal caydırılacak. "Dünyanın hiç bir yerinde PKK tipi hareketler devlet güçleri tarafından caydırılamamıştır; aman barış olsun; üçe beşe bakmadan ne isterlerse verelim" lobicilerinin cephanesi tükendi.

Silah çeken bedelini ödeyecek; bunu yapamayan devlete kimse saygı duymaz.