Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Karadeniz Ereğlisi sahillerinde kurulmakta olan yeni tersaneye dışardan sipariş yağmasını nasıl yorumlayacağız; veya Fransız firmalarının Türkiye'de çimento sanayiine büyük yatırım yapmalarının anlamı nedir?

Ağır sanayii tipi üretim, gelişmiş batılı ülkeler bakımından kendi topraklarında (habitat) işletilmeyecek kadar kirli ve riskli. Yeni endüstriyel dalga, ağır sanayi ürünlerinden tamamen vazgeçmemekle birlikte daha çok bilgi ve yüksek teknoloji yoğunluklu üretim tarzına yöneldi. Geleceğin dünyasında, 20. yüzyılın geleneksel işçi tipine ihtiyaç kalmayacak; çünkü ağır sanayii tipi üretimde bile şimdiden yüksek teknolojiye geçilmekte. Dünya proletaryasını önümüzde on yıllar içinde yeni ve ağır bir işsizlik dalgası bekliyor demektir bu. Kirli ve demode sanayi tesisleri "çevre" ülkelerine kaydırılmakta zaten. Bütün mesele, "çevre" ülkelerinin işletmesine terk edilen "kirli ama kaçınılmaz" sanayi ürünlerinin akışını ve fiyatını denetleyecek bir siyasi kontrol sistemi kurulmasında; bugünlerde yapılmakta olan da, yüksek teknoloji üreten gelişmiş batılı ülkelerle, onların kıyısında duran kirli sanayiye sahip ülkeler arasında yeni bir patronaj sistemini yerleştirmekten ibaret gibi görünüyor ve böylece yeni bir kölelik sistemi devreye sokuluyor. Bu, eskisinden farklı bir dünya olacak; mesela bir "çevre" ülkesi uçak motoru üretebildiği, hatta uçağı havalandırabilecek seviyede üretim gücüne ve teknolojisine sahip görünmesine mukabil, o uçakla gökyüzünde kimselerle askeri rekabete girişebilmeyi aklından bile geçiremeyecektir; zira sıradan bir uçağı, rekabete açık bir silah haline getirecek yüksek teknoloji için hâlâ dışa bağımlıdır ama "uçak yapıyoruz" diye gururlanması için yeterince sebebe sahip gibi görünür; aynen bizde yerli sanayiin haberleşme uydusu imâl edebilmesine rağmen, onu yörüngeye koyacak teknoloji konusunda dışa muhtaç kalması gibi.

Böyle bir yeni dünya düzeninde, adaletsiz gelir dağılımının, kötü beslenmenin, açlığın ve kilit sektörlerde dışa bağımlılığın, bugünü aratacak derecede derinleşmesi galib ihtimaldir; âhir zaman kölelerinin geçmiş zaman kölelerinden nitelik itibariyle daha iyi durumda olacaklarını gösteren hangi nişâneye güvenebiliriz? İnsan hakları edebiyatına ve siyasi Liberalizm'e mi? Kölelerin felâhı, tarihin hiçbir devrinde efendilerin savunduğu retorikten çıkmadı. Dünyanın efendileri her zaman yüksek teknolojiye ve bilime yatırım yaptılar ve bu yolla dünyanın daha âdil bir düzene erişeceğini ileri sürdüler; ne var ki tarih bilgimiz, ileri teknoloji ve bilim yatırımlarının, sadece kölelerle efendiler arasındaki setleri tahkime yaradığını doğruluyor.

Belki aradaki fark, 19. yüzyılda göründüğü kadar dramatik ve bâriz olmayabilir ama önümüzdeki zamanlarda sömürüden ve adaletsizlikten doğan zıtlıkları anlamak ve aşmak için yeni ideolojik yaklaşımlar geliştirmek gerektiği açıktır; işin garip tarafı, yeni durumlara uygun yeni yaklaşımlar üretilmesinde, eskimiş ideolojik kampların yok farz edilmesi de gerekecektir. Meselâ, kendi XX. yüzyılına mânidar hiçbir teorik katkıda bulunamayan Türk solu, aynı zihnî avadanlıkları ile önümüzdeki zamanların teorik izahını yapacak enerjiyi serdedemiyor; halbuki Avrupa sosyalizminin liberalizme razı olduğu bir dönemde Türk solu, 21. yüzyılın sol fikriyatını üretebilecek bir fikir selâmetini koruyabilirdi, yapamadı; böyle bir pırıltı da sergilemiyor zaten. Ne var ki bir yerlerden ışık görünse de görünmese de, üretim teknolojilerindeki şaşırtıcı gelişmelerin, XX. yüzyıldan kalma bütün ezberleri bozacağını peşinen tahmin edebiliriz. Önümüzdeki zamanların, proleterlikten de geçtik, köleliğe yeni bir mahiyet kazandıracağı âşikâr oldu; şimdi, "sol'u yeniden üretebilmek için yeni durumlara uygun yeni kavramlar, yeni yaklaşımlar ve yeni bir teorik çatı ihtiyacı var.