Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

12 Eylül'den önce bir insanın milliyetçi olup olmadığı, benim de mensubu bulunduğum siyasi aşiretin zihnî yapısı bakımından çok tayin edici bir göstergeydi; o günlerde milliyetçi olmak, "iyi insan olmak" mânâsına geliyordu.

Kolay klasmanlar hep tehlikelidir; "ya bizdensin ya onlardan". "Bizden" olmak milliyetçi olmaktı. İşte o milliyetçilik kavramının içini o günlerde doğru dürüst doldurmaya zihnî gayretimiz kâfi gelmedi. Neydi: solcu olmamak, vatanını sevmek, bizim partiye taraftar olmak; ne?

Çeyrek asır sonra milliyetçilik kavramının hâlâ 12 Eylül öncesinin enstrümanlarıyla algılandığını görmek izzetinefsimi yaralıyor. Biz, bir avuç delikanlı, o günlerin iyi tarif edilmemiş "milliyetçilik hâleti"nin zamanla sâlim, temkinli, ilmî esaslara müstenid ve bereketli bir siyasi çığır açabileceğini düşünmüştük. Sadece siyâsi değil, ilmî bir çığır; medenî, fikrî, edebî sahada kendi tezlerini kuvveden fiile geçirerek geliştiren, partilerüstü bir hareketlilik ve kabule mazhar yeni bir siyasi aksiyon. Yapamadık, ufalandık, ağır geldi, tezcanlılık ettik. Heyecanımızı "iş"e dönüştüremedik; tez yorulduk.

O günlerin "ağabey" kadrosundan bir profesör, geçen sene, beni tam ortamdan ikiye yaran bir tespit yaparak facianın bilançosunu kesti; ona göre bunca yıl içinde "Kurtlar vadisi"nden başka eli yüzü düzgün bir edebi eser bile ortaya koyamamıştık!

"Dayan Denktaş, Uyan Türkiye" çağrısını işitecek, Ankaralı tüccarların desteğiyle basılmış Kıbrıs bayraklarını kaparak yollara dökülen gençleri görünce, "burası tam da bizim başladığımız yer" diye düşündüm. Yurdun hoparlöründen "falanca fakülteyi komünistler bastı, derhal harekete geçerek ordaki arkadaşlarımıza destek verelim" anonsunu işitince öyle yapmaz mıydık; barikattaki polisler topluluğu dağıtmaya kalkışınca komutla "İstiklâl Marşı" okumaya başlayıp zaman kazanmaya çalışmaz mıydık? Otuz sene sonra aynı sokak taktiklerinin bu defa Denktaş'a destek maksadıyla sandıktan çıkarılması hüzünlendirdi beni; "niçin kolektif hâfızamız bu kadar zayıf" diye hayıflandırdı.

"Denktaş nerede biz oradayız" diye sloganlar atılmış; hareket serbestinizi niçin bu kadar kolayca Denktaş'a bağlarsınız, 80 yaşındaki adamların artık hata yapmayacağına duyduğunuz inançtan mı? Milliyetçi olmanın lâzımesi illâ ki Denktaş'ın olduğu yerde olmak mıdır? Arada başka siyasi ihtimâller, başkaca tarz"ı siyâsetler yok mudur?

Ömrümüz hep "arkadaşlar, vatan yine tehlikede" anonslarıyla harekete geçip bağırıp çağırmakla mı geçecek; hep kaldırım kalabalığı mı olacağız?

Kabul edelim; siyaseti beceremedik; edebiyatı beceremedik, basın dünyasında bir türlü "var" olamadık; bir medeniyet vizyonu geliştirmeyi hayâl ediyorduk; soluğumuz yetmedi. Musiki sathında küfürbaz ağızlı ozanlara râm olduk; geç ve güç bulabildiğimiz bürokratik pozisyonlarında birbirimizin kuyusunu kazdık.

Siyasi aklın, medeni birikimin, diplomatik inceliğin ve sağduyunun ağırlık kazanması gereken bir noktada "Kıbrıs'ı sattırmayız" edebiyatına sığınmak kâr mı? Şu ülkede birilerinin işi gücü bırakıp vatan toprağı satmak için işporta tezgâhı açabileceğini düşünmek akıl kârı mı? Bu kadar naif bir hesap üzerine siyaset kurulur mu? "Bizim gibi düşünmüyorsan düşmansın, hainsin" varsayımıyla belki kısa gün kurtarılabilir ama ya gelecek?

Karşısında hain görmeden varlık sebebini hatırlayamamak, kendini yine kendi kelimeleriyle târif edememek, dara düşünce eski ihbarcıların davetini cana minnet bilip yalnızlık psikolojisinden sıyrılmaya çalışmak, evet; örseler insanı. Yorar.

Yenilmek böyle bir şeydir.