Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Üç küçük nükte" başlıklı yazının ilk kısmında işaret ettiğimiz göstergeler artık alarm sinyalleri vermeye başladı.

Doğu illerinden gelen birtakım haberleri yan yana koyarak siyasi yorumunu yapabilecek "siyasi otorite"nin varlığından emin olmaya çalışıyorduk o yazıda. Saldırılar, pusular, sabotajlar hâlâ devam ediyor, yörenin mahalli ve siyasi seçkinleri ise, temkinli ve ağırbaşlı meslektaşlarının aksine sorumsuz davranışlarda bulunmakta ısrar ediyorlar. "Yine medenî kemâl" başlıklı yazının konusu da aynı minvaldeydi ve Cumhurbaşkanı"nın veto ettiği Kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması"na dair kanunun, hükümet tarafından bir kere daha teemmül ve tezekkür edilmesini teklif etmekteydi. Söz konusu yazıda geçen, "Avrupa Birliği"ne girmek için ön şart sayılan kanun düzenlemeleri arttıkça sükûnetin pekişeceğini zannedenler hesaplarını bir kere daha gözden geçirmeli" ibâresi, bir okuyucunun çok dikkat çekici bir tepkisine sebep oldu; bu cümleyi şöyle yorumlamış: "Bu kırolar baskı ve tahakkümle yaşar, ezeceksin bunları bu haklar da neyin nesi..." ve ardından ilave etmiş, "zira sizinle aynı cennette oturmak bana cennet içinde azap olur".

Yukarıya aynen iktibas ettiğim cümleden, o mânâ çıkartılabilir mi? Artık bu tür "metin okuma arızaları"nın teorik planda nasıl teşekkül ettiği ile uğraşmıyorum. Tasavvufta "batınî tefsir" diye bir ekol var; bu işi adâbına uygun yapanları elbette tenzih ederim ama kantarın topuzuna insaf ile ihtimam gösterilmezse neticesi, "bir metinden murad edilen her şey istihrâc olunabilir"e kadar varıyor. Tepkisini veya tenkidini sadece benim okumam için adresime yollamış bir okuyucuyu, diğer okuyuculara şikayet etmek gibi bir telafi arayışı içinde olup olmadığımı düşünüyorum şu an. Okuyucu ile yazar arasındaki mahremiyeti bir nebze olsun ihlâl ettiğimi kabul ederim ama şikâyet bâbında değil; zira daha önceki zamanlarda fikir itibariyle buna çok benzeyen mektuplar aldığım da oldu. Burada asıl üzerinde durmak istediğim mesele, bende artık temsil kabiliyeti olduğuna inandıracak derecede müşterek özellikler gösteren bir "zihni sertlik" vakıası ile karşı karşıya bulunduğumuz endişesidir.

Zihni sertlikten neyi kasdediyorum? Kasdım, olup biteni yok sayarak ilk sâbit fikirde ısrar gösterilmesi tavrıdır. "Ben haklıyım ve mağdurum; sen ne yapmış olursan ol, ne söylersen söyle ve nasıl düşünürsen düşün. Öyleyse bana karşı hissetmen gereken borçluluk hâletinden asla kurtulamazsın!" Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi bu tavrın ferdî veya miktar itibariyle hesaba alınmayacak derecede nadir olduğunu zannetmiyorum. Elektronik mektup gibi gerçek kimlik ve adresi gizlemenin pek kolay olduğu bir iletişim ortamında bu türden zihni sertliklerin izharı çok daha kolay oluyor.

Birbirimizin kusurlarına değil de, gerçekleşmesi herkesi mutlu edecek insanî ve müşterek bir hedefe yönelemeyişin sıkıntısını çekiyoruz. "Medenî kemâl" deyip durmaklığımın bir sebebi de bu; müşterek ve insâni bir hedefe bakmak kemâl meselesidir, bir medenî tasavvurdur. Bunu yapamıyoruz çünkü birbirimizin yüzüne bakıp hata ve kötü niyet aramak daha zahmetsiz ve nefsi tatmin edici görünüyor bize.

Hükümet sözcüsü biraz da iftiharla, "siyasi reformlar tamamlandı" diyor. Zihni reformlar henüz tamamlanmamıştır efendim. Zihni meseleler yine zihni çerçeve ve platformlarda anlaşılıp algılanır ve çaresi o düzlemde tezekkür edilir. Benim şahsi tezim, iktisadi reformların bile, -cümlemizi kapsayan- zihni reform ile ikaame olunmadıkça işe yaramayacağı şeklindedir.

Meşhur meseldir, "parayla saadet olmaz" ama "iki gönül bir olunca samanlık seyran olur".